CHP Jön Türk, Meşrutiyet, Milli Mücadele Birikiminin Sahibi mi Hasmı mı? -II-
* Özgür Özel’in düşmanlaştırıcı konuşması ve kaba saba tarih anlayışı, aradan geçen zamana rağmen tarihin neden bir kavga alanından ibaret olduğunu kendi kesimi üzerinden çok güzel izah eden bir örnek olay/örnek siyasi konuşma olarak kayda değer…
Konuşma, ayrıca genel başkan düzeyindeki bir ismin ve CHP metin yazarlarının modernleşme tarihimize denk gelen son 200 yıllık tarihi neredeyse ansiklopedik düzeyde dahi bilmediğini de bizlere gösteriyor.
-Siyaset Bilimci Dr. Murat YILMAZ-
* İyi okumalar..
TÜHA / TÜRKUAZ İnternational News Agency

Siyaset Bilimci Dr. Murat YILMAZ
ANKARA, 23 ARALIK 2025 –
Cumhurbaşkanlığı Sosyal Politikalar Kurulu, Ahmet Yesevi Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Siyaset Bilimci Dr. Murat YILMAZ, Kriter Aylık Siyaset Toplum ve Ekonomi Dergisi için kaleme aldığı “CHP Jön Türk, Meşrutiyet, Milli Mücadele Birikiminin Sahibi mi Hasmı mı?” başlıklı yazısının bugünkü bölümünde de “Bilgisiz ve Düşmanlaştırıcı” davranışını aktardı.
Dr. Murat YILMAZ, konuşmasına şöyle devam etti:
“CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in; yaptığı biz ve onlar ayrımı, konuşmanın yapıldığı yer, seçilen tarih gerçekten çok problemli… Bu kutuplaştırma diyerek geçiştirilemeyecek bir ötekileştirme ve düşmanlaştırma konuşması… Özgür Özel’in bu düşmanlaştırıcı konuşması ve kaba saba tarih anlayışı, aradan geçen zamana rağmen tarihin neden bir kavga alanından ibaret olduğunu kendi kesimi üzerinden çok güzel izah eden bir örnek olay/örnek siyasi konuşma olarak kayda değer… Konuşma, ayrıca genel başkan düzeyindeki bir ismin ve CHP metin yazarlarının modernleşme tarihimize denk gelen son 200 yıllık tarihi neredeyse ansiklopedik düzeyde dahi bilmediğini de bizlere gösteriyor.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel bu sakat tarih anlayışını sık sık tekrar ediyor: “Biz Jön Türklerin, İkinci Meşrutiyetin neferleriyiz. Onlar Damat Feritçiler. Onlar Gazi Mustafa Kemal’e ölüm fermanı verenler.” (31.03-2025)
Halbuki mesela CHP Genel Başkanı Özgür Özel Cumhuriyetin kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığının İslam Ansiklopedisindeki Şükrü Hanioğlu’nun yazdığı Jön Türkler maddesini okumuş olsaydı bu kadar yanlışı bir arada yapmazdı. Jön Türk kavramı, genç Türk hareketi olarak iktidara karşı gençlik ve muhalefet hareketi olarak sosyal bilimlere mal olmuştur. Hanioğlu şöyle diyor: “Jön Türkler’in hepsini kapsayan genel bir ideolojiden bahsetmek çok zordur. Bir anlamda Jön Türklüğün ve Jön Türkler’in ortak noktası, İkinci Abdülhamid rejiminden duyulan hoşnutsuzluk ve bu rejimi devirerek yerine meşruti bir rejim tesis etmek arzusu olmuştur.” Burada kullanılan ve hedeflenen meşruti ifadesi, öylesine bir ifade değildir. Bugünkü anlamda anayasal devlet, hürriyet, meclis ve demokrasi anlamlarına gelmektedir. Bu bakımdan CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in de atıfta bulunduğu meşrutiyet üzerinde biraz daha duralım.
İkinci Meşrutiyet, Türkiye’de asıl rejim değişikliğinin yaşandığı, demokratik rejime geçildiği dönemdir. Resmi literatür ne yazık ki, İkinci Meşrutiyet’i ihmal eden ve hatta küçümseyen bir anlayışa sahip. Bu literatürün CHP tarih anlayışının ve ideolojisinin bir tezahürü olduğunu ayrıca vurgulamaya gerek var mı? CHP Genel Başkanı tabiatıyla bunu fark edemeyecek kadar konudan uzak… İkinci Meşrutiyet’i basit bir asker-sivil bürokrasinin müdahalesine indirgeyen, arkasındaki sosyolojik, iktisadi değişiklikleri ve toplumsal talepleri görmezden gelen, 1913’teki Babıali baskınıyla gerçekleşen askeri darbeyle özdeşleştiren hâkim bakış açısı kökten yanlıştır. Tıpkı sureta ona muhalif gibi olan İkinci Meşrutiyeti masonların, siyonistlerin ve dış devlet ajanlarının bir planı olarak gören anlayış gibi. Ne İkinci Meşrutiyet ne de İttihat ve Terakki, 1913 darbesine ve dolayısıyla darbecilere indirgenebilir.
1908’in hürriyetçi ruhuna karşı yapılan ve sonuçta otoriter bir rejim kuran 1913 darbesini, bu darbenin sonucunda girilen Birinci Dünya Savaşının oluşturduğu tahribatı, İkinci Meşrutiyet’e yüklemek kötü niyetten değilse, cahillikten kaynaklanmaktadır. Meşrutiyet, bu darbenin ve savaşın ancak kurbanları arasında zikredilebilir. İkinci Meşrutiyet’in demokratik tecrübe ve birikimi öyle tesirlidir ki; Milli Mücadele, Cumhuriyet’in ilanı ve tek parti dönemine dahi yön vermiştir. Askeri diktatörlük ve totaliter tek parti yönetimi taraftarlarına, İkinci Meşrutiyet birikimi sayesinde izin verilmemiş ve 1945’te çok partili siyasi hayata dönülebilmiştir.
1908 Devrimi adlı kitabıyla konuya hâkim bakış açısı dışında yeni bir perspektif getiren akademisyen tarihçi Aykut Kansu, İkinci Meşrutiyeti, 1776 Amerikan ve 1789 Fransız Devrimlerine benzetiyor:
“Fransa’dakine benzer bir şekilde, mutlakiyetçi düzen ciddi olarak sorgulanmış ve bu sorgulama vergi ayaklanmaları ile son derece somut bir biçimde yepyeni taleplerle gündeme damgasını vurmuştu. 1906’da başlayan ve 1908 Devrimi’ne kadar iki yıl boyunca aralıksız devam eden bu ayaklanmalarla vergilendirme ile temsil edilme arasındaki sıkı ilişki kamuoyunda tartışılmış, sonunda eski düzeni temelinden sarsan ve yıkan bir sürece dönüşmüştü. İnsanlar artık verdikleri verginin nasıl kullanılacağı konusunda söz sahibi olmak istiyor, padişahın tebaası olarak değil, özgür bir düzende vatandaş olarak yaşama hakkını talep ediyordu. Tüm anayasal düzeni temelinden değiştirmeyi hedefleyen bir hareketti bu.”
Kansu’nun vurguladığı bu genel çerçeveyi doğrulayacak birçok örnek
bulmak mümkündür. Burada Meşrutiyet döneminde Meclis Başkanlığı yapmış olan Halil Menteşe örneğini hatırlatma yerinde olacaktır. Menteşe, kendi neslinden birçokları gibi tahsil hayatında bilinçli bir liberal olarak yetişmiş ve İkinci Meşrutiyetin ilan edilmesi için İttihat ve Terakki Cemiyetine katılmıştır. 23 Temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilan edilmesini kutlamak üzere 31 Ağustos 1908’de Milas’da yapılan törende Menteşe’nin yaptığı konuşma, bu bilinci ve Meşrutiyet’in misyonunu göstermektedir:
“Kanun-u Esasi nedir? Bize ne bahşediyor, diyeceksiniz. Kanun-u Esasi millete hukukunu veriyor. Vazifesini tayin ediyor. Vergi ve aşar vesaire namı altında hükümete verdiği paraların toplanması ve sarf suretini tahkik etmek salahiyetini veriyor. Ahali bu işleri görecek adamlarını, vekillerini kanun-u mahsusunda gösterildiği veçhile intihab edecek. Vekillerinizin mezuniyet vermediği paralar sarf edilmeyecek. Hırsızların, mürtekiplerin, alçakların soya soya, çeke çeke dibini kuruttukları keseleri doldurmak için ıslahat yapılacak. Boş keseler dolacak, çıplak vücutlar örtülecektir. Zira devletin asıl hazinesi, milletin kesesidir. Hiçbir memur ammenin işini görmek için rüşvet vesaire suretle para alamayacak; kanun dairesinde işinizi görmeye mecbur olacaktır. Alan olursa serbesti matbuat ilan edildiğinden gazetelerle yazılacaktır. Çünkü gazeteler bundan böyle adab-ı umumiyeye dokunmayan her şeyi yazabileceklerdir. Kanunun tayin ettiği sebep ve suretten başka bir suretle hiçbir memur evlerimize giremeyecektir. Haydi arkadaşlar bağıralım: Yaşasın vatan. Yaşasın millet. Yaşasın hürriyet. Yaşasın sevgili Padişahımız.”
Sadece Menteşe’nin konuşması değil, bu dönemde bütün Osmanlı ülkesinde yapılan konuşmalar, bu demokratik muhtevaya sahiptir. Mekteplisinden medreselisine, Müslümanından gayrimüslimine, şehirlisinden köylüsüne bütün ülkede bir hürriyet talebi ve şuuru vardır. İkinci Meşrutiye hakkındaki resmi ve hâkim bakış açısında, artık ciddi yarıklar açılmaya başlamıştır. Aykut Kansu gibi akademisyenlerin öncü ve ciddi çalışmalarının yanında, değişik fikir ekolleri ve sivil toplum kuruluşları da tarihe daha demokrat, sivil ve liberal bir cepheden bakmaktadırlar. Bugün etkin olan her ekol, kendi köklerini İkinci Meşrutiyet’in fikir hürriyeti atmosferinde bulabilmektedir. 1935’e kadar, yani Cumhuriyet döneminde dahi Hürriyet Bayramı olarak kutlanan 23 Temmuz’un bayram olmaktan çıkarılması, unutulmaya terk edilmesi CHP’nin tek parti döneminde olmuştur.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve CHP sanki Jön Türk; Meşrutiyet ve Milli Mücadelenin demokratik birikimini yok eden uzun CHP tek parti diktatörlüğü yokmuş gibi konuşuyor… Tarihi istediği gibi ütüleyebileceğini zanneden tarihi bir yanılgı içinde… CHP tek parti döneminde ağır bir diktatörlük uygulayarak İkinci Abdülhamid dönemini aratacak bir sansür ve baskı uygulamıştır. Jön Türkler, Meşrutiyetçiler, Milli Mücadelenin komutanları dahi susturulmuş ve haksız yere yargılanmışlardır. Vatan ve hürriyet şairi Namık Kemal ve Ziya Gökalp’lerin kitapları basılamamış, haklarında anma toplantıları dahi yapılamamıştır. CHP’nin ikinci Genel Başkanı İsmet İnönü zaman içinde bu haksızlıkları ve baskıları kaldırarak çok partili hayata dönmenin önünü açmıştır. CHP’nin Birinci Tarih Kongresinin hicvedildiği Nihal Atsız’ın Dalkavuklar Gecesi türünden tarih komedilerine artık kimsenin tahammülü kalmadığını CHP’nin anlaması gerekiyor.