* Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump, 2 Mayıs 2025 tarihinde Beyaz Saray’ın Gül Bahçesi’nde bir tören düzenledi ve bu törende karşılıklı tarife stratejisi (reciprocal tariff strategy) adını verdiği stratejiyi tanıttı.
* Bu stratejiye göre ABD, birçok ülkeye uygulayacağı tarifeleri artırarak kendilerine uygulanan haksız tarifeleri dengelemiş olacaktı.
* Detayı bültenimizde!…
TÜHA/ TÜRKUAZ İnternational News Agency
ANKARA, 26 MAYIS 2025 – Türk Dış Politikası Araştırma Merkezi (TUDPAM) Araştırma Asistanı Ahmet Çağrı SOYLU, TUDPAM için kaleme aldığı “Avantaj mı Alarm mı? Türkiye’nin ABD Tarife Rejimindeki Yeri” başlıklı yazısını TÜHA Haber’e değerlendirerek, bir çok ülkenin bulunduğu tarife oranı listesinde Türkiye’nin, yüzde 10 ile en az tarife oranı uygulanan ülkeler arasında yer aldığına dikkat çekti.
Ahmet Çağrı SOYLU, bu durum Türkiye Cumhuriyeti resmî organları tarafından memnuniyetle karşılandığını hatırlatarak, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın, 9 Nisan tarihinde yaptığı açıklamada, “Şu an itibarıyla tablonun lehimize olduğunu söyleyebiliriz.” ifadelerini kullanırken; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ise, “Düşük gümrük vergisi uygulanan ülkelerden biri olmamız nedeniyle bu süreci birçok ülkeden daha kolay atlatacağımızı düşünüyoruz.” şeklinde değerlendirmede bulunduğunu altını çizdi (Reuters, 2025).
Ahmet Çağrı SOYLU, şunları söyledi:
“Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti yönetim kadroları, ABD’nin yeni tarife politikalarının Türkiye’yi görece az etkileyeceğini, bu sebeple endişelenecek herhangi bir şey olmadığını düşünmektedir. Ancak bu gelişme, yalnızca tarife oranlarına indirgenemeyecek kadar çok boyutlu bir dönüşüm niteliği taşımaktadır. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti yetkililerinin mevcut değerlendirmeleri, durumu tam anlamıyla yansıtmakta yetersiz kalmaktadır.
Esasında yeni tarife politikaları yalnızca ticaret verileriyle sınırlı bir düzenleme olmaktan öte, ABD’nin küresel sistem içerisindeki yeni konumlanışını ve 1980’lerden bu yana egemen olan neoliberal paradigma içerisindeki kırılmayı ortaya koymaktadır. Bu politikalar, salt gümrük oranlarıyla açıklanamayacak olan yapısal bir dönüşümün parçasıdır. Dolayısıyla, bu analizde asıl amaç; söz konusu stratejinin ardındaki yapısal motivasyonları irdeleyerek, Trump’ın “Yeniden Sanayileşme (Reindustrialization)” söyleminin bu dönüşümdeki merkezî rolünü ortaya koymaktır. Bahse konu olan bu dönüşümün iyi anlaşılması için ilk önce ABD’nin sanayisizleşme sürecinin bugünlere uzanan yolculuğunu kavramak önemlidir”.
ABD’nin Sanayisizleşme Süreci
(TUDPAM) Araştırma Asistanı Ahmet Çağrı SOYLU, 1971 yılında Bretton Woods sisteminin çökmesiyle birlikte ABD dolarının altına dönüştürülebilirliğinin sona erdiğini ve bu gelişmenin, doların serbest dalgalanmaya bırakılmasına ve zamanla değer kazanmasına yol açtığın söyledi.
Doların değerlenmesinin ABD’nin ihracat ürünlerinin uluslararası piyasalarda daha pahalı hâle gelmesine neden olurken, ithalat ürünlerinin ise görece ucuzlaştırdığına vurgu yapan Ahmet Çağrı SOYLU, “Bu durum, yerli üreticilerin dış rekabete karşı korunmasız kalmasına ve küresel ölçekte rekabet edebilme kapasitelerinin zayıflamasına yol açtı. Uzun yıllar boyunca küresel üretim gücünün merkezinde yer alan ABD için bu gelişme oldukça dikkat çekiciydi. Zira aşağıdaki tabloda da görülebileceği üzere 20. yüzyılın başlarından itibaren ABD, birçok üretim kolunda Büyük Britanya’yı geçmişti” (Tablo 1) dedi.
Tablo 1: League of Nations, 1945
Ahmet Çağrı SOYLU, şöyle devam etti:
“Öte yandan, 1970’lerde Güney Kore, Japonya ve Almanyagibi ülkeler savaş sonrası toparlanma süreçlerini büyük ölçüde tamamlamış ve sanayi üretimlerinde önemli atılımlar gerçekleştirmişlerdi. Tablo 1’de gösterildiği üzere 1913’te Japonya, dünyadaki toplam üretimin sadece yüzde 1,2’sini üretirken 1971 yılında bu sayı yüzde 8,91’e yükselmiştir (Tablo 2). Dolayısıyla bahsi geçen bu ülkeler, teknolojik yenilikler ve maliyet avantajları sayesinde sanayi üretiminde ABD ile rekabet edebilir hâle gelmişti. Yani doların değerlenmesi sadece ABD’nin ihracat performansını olumsuz etkilemekle kalmamış, aynı zamanda yükselen sanayi ülkeleri karşısında ABD’nin rekabet gücünü de zayıflatmıştır. Bunlara ek olarak Vietnam Savaşı dolayısıyla yapılan ekstra harcamalar ve 1973 petrol krizi, ABD ekonomisini stagflasyona uğratmıştır.” (Brenner, 2006).
Tablo 2: Todo Datos, 2020
SOYLU, “Reel sektörde yaşanan bu değişimler ve doların altın endeksli olmaması, özellikle Reagan döneminden itibaren ABD’nin reel sektör yerine finansal sektörün büyümesini teşvik etmesiyle sonuçlanmıştır (Epstein, 2005). Bu dönemde neoliberalizm reformları yürürlüğe konmaya başlanmış, yani sermaye hareketleri serbestleştirilerek sanayi daha verimli üretim yapılabilecek ülkelere taşınmıştır. Bu sebeple finansallaşma ve globalleşme sürecine “sanayisizleşme süreci” denir” dedi.
Sanayisizleşmenin ABD İçin Sonuçları
80’lerden itibaren yaşanan bu değişikliklerin ABD’nin süper güç konumunu pekiştirdiğine dikkat çeken Ahmet Çağrı SOYLU, “Özellikle doların küresel rezerv para olması ve finansallaşmanın getirdiği kredi sistemlerinin sağladığı kolay borçlanma imkânlarıyla iç tüketimin artırılması, ABD ekonomisini sağlamlaştırdı. Ancak bunların yanında reel sektöre sırt çevirmelerinden dolayı imalat sektöründeki istihdam önemli miktarda azaldı. Bu sebeple mavi yaka olan ve teknik eğitime sahip işçilerin büyük bir oranı işlerini kaybetti (Mishel et al., 2012). Buna ek olarak sanayi şirketlerinin üretimi Çin‘e aktarması Çin’in dünyanın en büyük sanayi devi olmasının önünü açmıştı. Özellikle Çin, 2001’de DTÖ’ye girdikten sonra aldığı yatırımlarla dünyanın fabrikası olurken, ABD de dünyanın finansörü hâline geldi” açıklamasında bulundu.
SOYLU, bu durumun, Çin’in reel sektörün lideri olan bir teknoloji ve inovasyon merkezi olmasını sağlarken, ABD’nin kendi büyümesini finansal spekülasyonlara bağlayan bir güç olmasına da sebep olduğunu ifade etti. (Lazonick, 2014).
Nitekim 2018’e gelindiğinde dünyadaki toplam üretimin yüzde 28,4’ü Çin tarafından üretilmekteydi (Statista, 2018). Bu oran ABD’nin süper güç olduğu döneme yaklaşan bir veridir. Dolayısıyla ABD hegemonyasının hüküm sürdüğü tek kutuplu dünyada böylesine yüksek bir oranın ABD haricinde bir ülke tarafından elde edilmiş olması, doğal olarak ABD siyasetinin de gündemindeydi. Bu konuyu en çok gündeme getiren isimlerden biri de mevcut Başkan Donald Trump’tı.
Trump ve Yeniden Sanayileşme
Trump, ABD’nin yeniden sanayileşmesi gerektiğini, Çin’e ve diğer üretici küresel güney ülkelerine bağımlı kalınmaması gerektiğini vurgulayarak ve özellikle sanayisizleşme dönemi işlerini kaybeden işçi sınıfına seslenerek ABD siyasetinde önemli bir etki yarattı. Özellikle serbest ticaretin ABD’ye zarar verdiğini iddia ediyor, Amerikan şirketlerinin yurtiçinde üretim yapmasını istiyordu (National Archives, 2017). Buna ek olarak, pandemi döneminde yaşanılan tedarik zinciri sorunlarından çıkarılan sonuçlarla, ABD’nin kendi üretim altyapısına sahip olmasını istiyordu. Bu durum özellikle ilaç sektörü, savunma sanayisi veya çip teknolojileri gibi stratejik alanları kapsıyordu (Hall, 2020). Nitekim Trump’ın tarife politikası ve Çin’e karşı takındığı düşmanca tutumun temel sebebi bunlardır. Bu durumda ABD’nin tarife politikalarının asıl sebebinin endüstrinin ABD’ye dönmesi ve reel sektörde dışa bağımlılığın azaltılması hedefinin olması, Türkiye için nasıl iyi bir haber olabilir.
Tarife Politikaları ve Türkiye
ABD’nin tarife politikalarının temelinde yeniden sanayileşme hamlesi olduğu için Türkiye’ye konulan tarife oranının düşük seviyede olması aslında Türkiye’nin ABD için önemli bir endüstriyel güç olmadığını göstermektedir. Zira ABD, kendi sanayisi için risk oluşturabilecek ülkelere yüksek tarife uygularken, bu riski oluşturmayan ülkeler için alt limiti yüzde 10 olarak belirlemiştir. Bu durumda Türkiye’nin alt limit ülkelerinden biri olması Türkiye ile ABD ticaretinin gelişmişliğinden değil, Türk sanayisinin ABD pazarını etkileyecek büyüklükte olamamasından kaynaklıdır. Bu sebeple, eğer Türk sanayisi de yüksek katma değerli ürün üretiminde başarı elde ederse, mevcut ABD yönetimi tarafından ekstra tarifelere tabi tutulacaktır. Bu nedenle mevcut düşük tarifeli ticari ilişkiler Türk sanayisinin zayıflığını örtbas etmemeli, aksine yüksek katma değerli üretime geçildiğinde bu avantajlı durumun sona ereceğinin farkına varılmalıdır. Bu bağlamda, mevcut düşük tarifeli ikili ticaret ilişkilerini Türkiye’nin lehine bir süreç olarak görmek maalesef hatalı bir yaklaşımdır. ABD’nin uyguladığı bu korunmacı ve kendi oluşturduğu sisteme karşı aldığı tavır, Türkiye tarafından iyi okunmalı ve küresel aktörlerle bu bağlamda ilişkiler kurulmalıdır. Küresel düzendeki değişikliklere uyum sağlayabilmenin ve Türkiye’nin çıkarlarına hizmet eden tarafta yer alabilmenin de öncül koşulu budur. Dünyanın üreticisi konumunda olan ve küreselleşmeyi savunan Çin ile dünyanın finansal lideri olan ve küreselleşmeye şüpheci yaklaşmaya başlayan ABD’nin mücadelesinde hangi politika setlerinin Türkiye’ye yarayacağı Türkiye’nin örnek alacağı ekonomik sistemlere göre farklılık göstermektedir. Dolayısıyla gelecekte özellikle bu bağlamda küresel sistemi okuyabilmek ve günceli yakalayarak önemli analizlerle yerinde politikalar uygulayabilmek önem arz edecektir.
***
Yazar hakkında
30 Temmuz 2001 Samsun doğumlu olan Ahmet Çağrı Soylu, ilköğretimini Samsun Alparslan İlköğretim Okulu’nda, ortaöğretimini Samsun 23 Nisan Ortaöğretim Okulu’nda, lise eğitimini ise Tülay Başaran Anadolu Lisesi’nde tamamlamıştır. 2020 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde lisans eğitimine başlayan Soylu, şu an bu bölümde son sınıf öğrencisi olarak eğitim hayatına devam etmektedir. Öğrenimi sırasında Türkiye Uluslararası Çalışmalar Derneği (TUİÇ), Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM) ve Türkiye Dış Politikası Araştırma Merkezi (TUDPAM) kuruluşlarında stajlar gerçekleştirmiş, Asya-Pasifik ülkeleri ve Türkiye Cumhuriyeti arasındaki ilişkiler konusunda birçok analiz kaleme almıştır. Çalışma alanlarını, Çin siyaseti, Çin dış politikası, Asya Pasifik bölge çalışmaları ve Türkiye-Çin ilişkileri oluşturmaktadır.
Ekrem İmamoğlu ve CHP, Başak Demirtaş’ın adaylık çıkışı sonrası büyük bir paniğe kapıldı. Zira “Demirtaş” soyadı, İstanbul’daki DEM Partili seçmenleri kendine çekebilecek bir albeniye sahipti. Dolayısıyla CHP’nin kurumsal olarak kurmayı başaramadığı ittifakı İstanbul’da ve “taban”da oluşturacağını söyleyen İmamoğlu’nun iddiası boşa düşecek, diğer bir ifadeyle seçimleri kazanma şansına büyük bir darbe...
TÜHA HABER / Türkiye-Mısır ilişkilerinin tarihsel arka planı nasıl bir seyir izlemiştir? Türkiye-Mısır ilişkileri neden gerilmiştir? İki ülke arasında temel anlaşmazlık noktaları nelerdir? Türkiye-Mısır ilişkilerinin yumuşamasına etki eden faktörler nelerdir? İkili ilişkilerdeki yumuşama Doğu Akdeniz’e ve bundan sonraki sürece nasıl yansır? Doç. Dr. Veysel KURT & SETA Araştırmacı, Strateji Araştırmaları,...
TÜHA HABER / Kazımi’nin Türkiye ziyaretinin gündem başlıkları nelerdir? Ziyaretin iki ülke arasındaki ilişkilere etkisi ne olacaktır? Kazımi’nin Ankara ziyareti Irak’ın içişlerine nasıl yansıyacak? Ziyaretin bölgedeki üçüncü devletler üzerindeki etkisi nedir? Kazımi’nin ziyareti ne gibi sonuçlar doğurabilir? Osman RİYAD 1-Kazımi’nin Türkiye ziyaretinin gündem başlıkları nelerdir?...
Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) son yıl içerisinde diğer ülkelerin Türkiye’deki istihbarat faaliyetlerine yönelik yoğun bir karşı-istihbarat faaliyeti yürüttü. Özellikle İsrail ve İran’ın birbirlerine veya Türkiye’de yasal bir hayat süren muhalif yapılarına yönelik girişimleri dikkat çekiciydi. Doğal olarak Türkiye’nin de söz konusu iki ülke başta olmak üzere yabancı istihbarat servislerinin Türkiye’yi mücadele sahası haline getirmesine...
Bir ülkenin dış politikadaki başarısını belirleyen o ülkenin kendisini nasıl gördüğünden ziyade, başkaları tarafından nasıl algılandığıdır. Söz konusu algılar bir ülke için fırsatlar yaratabileceği gibi, dış politikasının önüne engeller de çıkartılabilir. Son yıllarda Türk dış politikasında görülen dinamizm Balkan ülkelerinde de tartışılıyor. Türkiye’nin özellikle Balkanlar’da neler yapmaya çalıştığı anlaşılmaya çalışıyor....
Bu analiz Trump ve Harris’in üç önemli dış politika konusu olan Çin, Ukrayna ve İsrail meselelerindeki pozisyonlarını ele alıyor. TÜHA / TÜRKUAZ İnternational News Agency 2024 ABD başkanlık seçimi dış politika alanında Donald Trump ve Kamala Harris’in belirgin şekilde farklı yaklaşımlarını ortaya koyuyor. Trump, Çin’e karşı daha agresif ve korumacı...