Türk medyasının Başöğretmeni Nezih Demirkent, 20’nci ölüm yıldönümünde gözyaşlarıyla anıldı

TÜHA HABER / Türk basının duayen ismi Nezih Demirkent’i, ebediyete intikal edişinin 20’nci yılında bir kez daha sevgi, saygı ve özlemle andık. Nezih Demirkent için ailesi, meslektaşları, dostları, sevenleri ve DÜNYA çalışanlarının katılımıyla 11 Şubat perçembe günü Aşiyan Mezarlığı’ndaki kabri başında anma töreni düzenlendi.
Nezih Demirkent’in Türk basınının bir önderi ve yol göstericisi olduğu vurgulanarak şunlar söylendi: “Hem basına hem topluma öncülük yaptı. Türk basınını Anadolu ile tanıştıran Nezih Demirkent’tir. Yerel haberlere, bölge haberlerine büyük önem verdi. Bize de haberin tarafsızlığının, dürüstlüğünün önemini gösterdi. Mesleğimize saygıyı öğretti. Onun öğrettikleri bugün de bize yol gösteriyor, önderlik ediyor”
Nezih Demirkent’in vefatının 20’nci yılında Aşiyan’daki kabri başında düzenlenen törene katılan konuşmacılar, “Nezih Demirkent sadece bir yönetici değildi. Her zaman başvurduğumuz, her zaman yardımımıza koşan ağabeyimizdi. İnsan kimliği çok ön plandaydı. Sıkıntısı olan, derdi olan ona gelirdi. Kapısı her gazeteciye açıktı. Bizi uzlaştıran, birleştiren kişiydi. Hepimiz ona ‘ağabey’ derdik, hepimiz başımız sıkışınca ona koşardık. Gazetecilerin birlikteliği, yardımlaşması, dayanışması için sürekli çaba harcadı. Bunun ne kadar önemli olduğunu aramızdan ayrılmasından sonra daha çok anlıyoruz” mesajını verdiler.
Babıali’nin meslek gelişim okulunun en mümtaz öğretmeni olarak nitelenen Demirkent bir başöğretmendi. Demirkent okulunda yetişmiş pek çok gazeteci, gerek eseri DÜNYA’da, gerekse Türk basının çeşitli birimlerinde görev yapıyor.
Demirkent için pek çok yorumcu anekdotlar yazmışlardır. Yazılanlar arasında en çok beğenilen yazı, saygın gazeteci Oktay Ekşi’nin yorumuydu.
Naçizane şahsım da, rahmetlinin ölümünden hemen sonra yazmıştım.
Önce, 20 yıl önce yazmış olduğum o yazıya bakalım lütfen:
17 Şubat 2001
İlhan KARAÇAY yazdı…
Nezih Demirkentli nostalji
Günlerden 11 Şubat 2001 Pazar. Bu tatil gününün yatak keyfini çıkarmak için TRT’deki Pazar Panorama’yı izliyorum. Bu nedenle de hiç kaçırmadığım NTV haberini kaçırıyorum. Saat 10.20’de telefon çaldı. Arkadaşım Erdinç Örgüt aramıştı. Aniden “Başın sağolsun” dediğini duyunca aklıma ilk gelen Nezih Demir-kent oldu. Zira, arkadaşım Erdinç, ailemden haber alamazdı. Bir devlet büyüğü ölseydi TRT yayını keser ve yayınlardı, Birkaç saniye içinde beynimde Demirkent yaşadı.
Ve Erdinç’in ‘Nezih Ağabeyi kaybettik’ deyişi ile çöktüm. Hemen istanbul’a uçma hazırlığına başladım.
Günboyu mobil telefonum susmadı. Allah hepsinden razı olsun. Demir-Halk Bank’ın Genel Müdürü Merdan Araz, İstanbul Havayollan’nın eski Müdürü Berk Güden, Avrupa Türk Telecom’un sahibi Ali Yavuz, gazeteci ar-kadaşlanm Ünal Öztürk ve Ali Okşak, turizmci dostlanm Refik Selahiye, Cemal Kapıkıran ve Nebil Zeytunlu bana ilk teselli verenler oldu. Daha sonra pek çok tanıdık ve okur taziyelerini bildirdi.
33 yıllık meslek hayatımda benim babam, ağabeyim ve arkadaşımdı Demirkent. 1969 yılında Hürriyet’e girdiğim zaman Nezih Ağabey Hürriyet’in yan kuruluşu Yeni Gazete’de idi. 1971 yılında Hürriyet’in başına geçtiği zaman, Garbis Keşişoğlu yönetimindeki Avrupa nüshalannın basımı için Frankfurt’ta matbaa kurma çalışmalannı tamamladı. O zamanki en büyük rakibimiz Tercüman idi. Tercüman’ın tirajına ulaşmak bir hayal gibiydi. Ama Avrupa’da oluşturduğumuz ekip, her geçen gün tirajımızın yükselmesine yetmişti. Nezih Ağabey, bir süre sonra Ertuğ Karakullukçu’yu Avrupa baskıla-nnın başına getirdi. İşte bu atamadan sonra Hürriyet’in Avrupa baskılannın tirajı Tercüman’ın tirajını geçmeye başladı.
Hollanda ve Belçika benim sorumluluğumda idi. O yıllarda ulaştığımız tiraj rekor olmuştu. Bugün bile o günkü tiraja ulaşılamıyor. Nezih Demirkent, gazeteciliğin en ince yönlerini keşfetmiş bir yönetici olarak, tirajına ulaşılması bile hayal kabul edilen o zamanki Tercüman’ı geride bırakmayı başarmıştı. Bunun için hepimiz Hürriyet’i sırtımızda taşıdık diyebilirim.
Çok güçlüydü
Çok severdi Nezih bey Hollanda ve Belçika’yı. Hollanda’ya geldiği zaman Van Gogh ve Milli Müze’yi gezmeden gitmezdi. Onunla Hollanda’dan Belçika’ya otomobil ile bir seyahatimiz olmuştu. Başbakan Demirel Brüksel’e geliyordu. O günkü yayınlar nedeniyle Demirel, Hürriyet’e soğuktu. Demirel’in kalacağı otele geldiğimiz zaman lobinin en uzak köşesinde oturmuştuk. Başbakan Demirel otele geldiği zaman etrafında, sıkı bir koruma vardı. Hiç kimse
yanaştırılmıyordu. Hiç unutamıyorum. Demirel’in otel salonuna girişi ve asansöre binişinden sonra biri kulağına birşeyler fısıldadı. Demirel ellerini iki yana açtı ve asansörün hareketini önledi. Asansörden çıktı ve bizim oturduğumuz köşeye doğru yürümeye başladı. İşte o sırada Demirkent ayağa kalktı ve kendisine doğru gelen Demirel’e el uzattı. Tüm basın mensupları Demirel’in yanına yanaşamazken, aynı Demirel’in asansörden özel olarak çıkarak bizim oturduğumuz yere kadar yürümesi, Demirel’in Hürriyet’e ve Demirkent’e verdiği değeri ortaya koyuyordu.
Sağlamcıydı
Demirkent, muhabirlerine çok güvenirdi. Ama bir hata yapmamaları için de kontrol mekanizmasını çalıştırırdı. 1972 yılında Rotterdam’da Türkler’e saldırılar yapılıyordu. Günlerce süren bu saldınlarda Türk evleri yakılıyordu. Verdiğimiz haberler Türkiye’de de manşetlerde idi. İnanılması çok zor olan olayları aktarıyorduk. Nezih Ağabey, Delft’te ikamet eden yeğenine çaktırmadan görev vermiş bizi kontrol ettirmişti.
1976 yılında Beyaz Kelebekler’in “Sen gidince bak neler oldu” adlı şarkısı burada hit olmuştu. Radyo ve televizyonlar gün boyu bu parçayı yayınlıyordu. Geçen yıl hit olan Tarkan’ın “Şımank” adlı parçası “Sen gidince” kadar ünlenmemişti. Nezih bey ile ‘Sen Gidince’yi çarşıda pazarda da her an duyuyorduk. Beyaz Kelebekler’i tam üç kez duyduğu zaman bana anlamlı bir bakış savurdu. Otelden çıkıp Zwolle’deki bir matbaayı ziyarete giderken radyoda bir kez daha Sen Gidince’yi duyan Nezih Ağabey espriyi patlattı “Ulan ben gelmeden önce radyolara talimat mı verdin?”
Yayınlanmayanları yayınlardı
Türkiye’de medyanın yayınlayamadığı haberler vardı. Bazı kişilerin aleyhine yazmak zordu. Bunlardan biri de, o zaman Ajda Pekkan ile gizli aşk yaşayan ünlü bir işadamıydı. Bu işadamının Ajda Pekkan ile ilişkisi olduğunu hiçbir yayın organı yayınlayamamıştı. Ajda Pekkan’ın Eurovizyon Şarkı Yarışma-sı’na “Petrol” adlı şarkı ile Lahey’de katıldığı haftaydı. Nezih Ağabey İstanbul’dan aradı ve aynen şunları söyledi:
“İlhan, Ajda’nın sevgilisi işadamı…. bugün Amsterdam’a geliyor. Onu havaalanından al, oteline götür ve ilgilen. Ama daha sonra da ne yapıp yap, Ajda ile birlikte fotoğraflarını çek ve bizzat bana gönder. Bunu yapamazsan ceketini al ve git.”
Emir büyük yerden ve de şaka yollu tehditli gelmişti. Ünlü işadamını havaalanında uçak kapısından aldım. Ajda’nın kaldığı otele giderken kendisine, “Bak, Nezih Ağabey’den emir geldi. Senin Ajda ile resimlerini çekeceğim ve göndereceğim” uyarısını yaptım. Ünlü işadamı eliyle işaret edip “Geç” dedi. Ben de kendisine, “Bak ben senin resmini çeker ve gönderirim. Benden göndermek, senden de yayınlatmamak” dedim.
Ajda ve ünlü işadamı ile bir hafta birlikte oldum. Bu bir hafta boyunca resim çekmeye hiç yanaşmadım. Taa ki Ajda’nın Petrol şarkısı ile fiyasko yaşanana kadar. Yarışma sonrasında otelin bodrum katındaki barına gittik. Yanımda eşim de vardı. Ajda ile ünlü işadamı kederden bol bol alkol alıyorlardı. Gazetemizin ünlü sosyete fotoğrafçısı Zozo Toledo da oradaydı. İşadamına, “Şimdi fotoğraf çekilme zamanı. Şöyle dörtlü bir hatıra fotoğrafı çekilelim” deyince hiç itiraz gelmedi. İşadamı, “Çekin anasını satayım” dedi. Zozo’yu çağırdım ve fotoğrafımızı çekmesini istedim. Zozo “Çekmem abi” dedi. Ben de kendisine bunun bizim için bir hatıra fotoğrafı olduğunu, işadamının da onay verdiğini söylediğim Zozo, fotoğraf çekmemekte ısrar etti. İşadamı bu kez “Çek ulan Zozo” dedi.
Bunun üzerine Zozo, “Abi şimdi sarhoşsun, yarın ayılınca anamı bellersin” deyiverdi.Daha sonra Zozo fotoğrafımızı çekti ve film makarasını da bana verdi.
Otelden ayrıldıktan sonra zarf içine koyduğum filmi göndermek için Schiphol Havaalanı’na gittim ve kargo ile gönderdim. Ertesi sabah otel odasında buluştuğum Ajda ile işadamı neler olduğundan habersiz idiler. İşadamına filmin gittiğinf söyledim. Gazete dağıtımında çok etkili olan bu işadamı hemen İstanbul’daki sağ kolunu aradı: “Gazeteleri dolaş, akşam fotoğraflar çekilmiş. Git hepsini topla” emrini verdi.
Filmi alan Nezih Ağabey, Hafta Sonu Gazetesi’nin birinci sayfasının tamamını bizim fotoğraflarımız ile doldurup, “İşte işadamı ……….. ile Ajda’nın büyük aşkı” başlıklı bir haber koymuş. Bir hafta sonra İstanbul Hilton Oteli’nde karşılaştığım Zozo, bunun sonrasını bana şöyle anlattı: “Abi sorma yahu. Nezih Baba haberi tam sayfa koymuş. İşadamı önce Erol Bey’i aramış ve baskının durdurulmasını istemiş. Erol Bey baskıyı durdurmuş. İşadamı yola çıkan gazete yüklü kamyonları da durdurmuş.”
Geçtiğimiz eylül ayında Amsterdam’da matbaacılıkla ilgili İFRA Fuarı vardı. Nezih Ağabey bu gibi fuarları kaçırmazdı. “Eşimle geleceğim” demişti ama yine gelememişti. Her zaman olduğu gibi yine Garbis Keşişoğlu gelmişti ve raporu da ondan almıştı.
Affediciydi
1970’1i yıllardı. Utrecht’te Müslüman olmuş bir Hollandalı yaşıyordu. Bir İslam örgütünün lideri olan bu kişi Kur’an kursuna katılan Türk çocuklarına Atatürk düşmanlığı aşılıyordu. Birkaç velinin şikâyeti üzerine görüştüğüm bu kişi, hiçbir şeyi inkâr etmemiş ve konuşmaların banda alınmasına bile itiraz etmemişti. O günkü tartışmalı konuşmamızı aynı gece 12 sayfalık bir haber yapıp İstanbul’a geçmiştim. Sabah saat 09.00’da büromun önünde bekler bir vaziyette gördüğüm bu kişiyi içeri buyur ettim ve ziyaretinin sebebini sordum. Aldığım cevap şu oldu: “İlhan Bey, siz gittikten sonra arkadaşlar ile görüştük. Bu haberin yayınlanmaması için size ricaya geldim. Size söz veriyorum. Bundan sonra sadece din ile uğraşacağım. Siyasete ve Atatürk’e karışmayacağım.”
Adamın bu şekilde düşünmeye başlaması bile bizim için büyük bir kazançtı. Bu nedenle yazıyı yayınlamamak yayınlamaktan daha iyi sonuç verecekti. Nezih Ağabey’i aradım ve durumu anlattım. O da bağışlayıcı tarafını gösterdi ve haberi yayınlamadı. Ancak, Nezih Ağabey, kendi köşesinde bu kardeşimize bazı tavsiyelerde bulundu.
DÜNYA Avrupa
İstanbul’a her gidişimde, babam, ağabeyim ve arkadaşım Nezih Demirkent’i ziyaret etmeden geçemezdim. Üç yıl önce bir şubat günüydü. Kendisini ziyaret ettiğim sırada “Ne yapıyorsun?” diye sordu. NTV’ye haber geçtiğimi, yakında belki bir aylık dergi çıkarabileceğimi, belirtmiştim. Bana, “Dergiye ne gerek var. Al sana hazır bir DÜNYA. Burda bir ekip kur ve bunu haftalık olarak Hollanda ve Belçika’da yayınla” dedi. Hemen orada karar verdim ve Selçuk Onur yönetimindeki DÜNYA‘nm provasını yaptık. Üç yıl önce mart ayı sonunda başlattığımız Benelux baskısı sizlerin de desteği ile hâlâ yaşıyor. Nezih Ağabey’in anısına bunu yaşatmayı sürdürmek de hepimizin borcu.
***************
Evet Avrupa DÜNYA’yı yaşatmak hepimizin borcuydu ama, maalesef yaşatamadık.
****************
Saygın gazeteci ve yorumcuların başında gelen Oktay Ekşi ağabeyimizin, rahmetli Demirkent için yazmış olduğu yorumu okumanızı rica ederim:
BİNLERCE belki on binlerce anı arasından bu sütuna sığacak bir Nezih Demirkent portresi çıkarmak çok zor. Ama en azından yapmaya çalışmak zorunlu. Çünkü o, bir gazetecinin görevini yapmamasını hiçbir zaman affetmedi.
Nezih Demirkent tüm yaşamını gazetecilik çizgisi üzerine oturtmuştu. Onu yer, onu konuşur, onu yaşar, o dünyaya en küçük bir katkı sayılacak her şeye ve her yere koşardı.
İtibarlı bir gazetenin sahibiydi. Emeğiyle, yeteneğiyle ve azmiyle bir gazetecinin ulaşabileceği başarıların hemen hepsine ulaşmıştı. Mesleğin gerçek anlamdaki duayeniydi.
O tükenmez bir enerji, vefakár bir arkadaş ve eşsiz bir dost idi.
Saydığımız bu son iki niteliği özellikle son yıllarında çok daha belirgin şekilde ön plana çıkmıştı. Kurduğu ve başında bulunduğu müessesenin kapılarını, özellikle kendisiyle beraber çalışmış meslektaşları için sonuna kadar açmıştı. Arkadaşlığı ve dostluğu, saygın bir sosyal güvenlik kurumundan çok daha güven vericiydi.
Demirkent spor muhabirliği ile başlayan meslek yaşamını, tüm kademelerin hakkını vererek ve hepsini kendi yetenek ve dirayeti sayesinde hak ederek en üst noktaya taşımıştı.
Halkın nabzını tutmayı bilirdi. Bu yeteneğini özellikle Hürriyet’in başında bulunduğu yıllarda çok iyi göstermişti. Hürriyet’in manşeti o yüzden Türk halkının o günkü sorununu, anında kamuoyuna yansıtırdı.
Demirkent sadece iyi bir gazeteci değil, aynı zamanda iyi bir yönetici de olduğunu özellikle Hürriyet Gazetesi’ndeki yıllarında ispat etti. Nitekim basın dünyamızdaki kurumlaşmış gazeteyi ilk defa o, Hürriyet’te gerçekleştirdi. Özellikle 1970 sonundan yani Hürriyet’i yönetme sorumluluğunu üstlendiği tarihten, ayrıldığı 1981 yılı sonuna kadar geçen 11 yıl boyunca Hürriyet’i adeta sırtında taşıdı.
Demirkent, kıdem tazminatı karşılığı Erol Simavi’den 1982 yılında aldığı Dünya Gazetesi imtiyazı ve baskı tesislerinden yararlanarak bugünkü Dünya Gazetesi’ni yarattı. Onunla kalmadı, kendi dağıtım ağını kurdu. Yan yayınlar çıkardı. Dış yayınların dağıtımını üstlendi. Kitapevleri açtı. Bunları yaparken dış dünyada özellikle gelişmiş Batı ülkelerinde gazetecilik ve yayıncılık faaliyetlerini günbegün izlemeyi hiç ihmal etmedi. Çünkü kafa ufku, basınımızın klasik ölçütleriyle anlatılamayacak kadar genişti.
Bu satırların yazarının Nezih Demirkent’le 1966’dan 1981 sonuna kadar süren yakın bir iş arkadaşlığı oldu. Bu uzun süre içinde elbette aynı görüşleri paylaşmadığımız birçok olay yaşadık. Ama karşılıklı saygımızı hiçbir zaman ve hiçbir sebeple geri plana itmedik.
Nezih Demirkent artık maalesef yok. Ama Demirkent’in mesleğine ve meslektaşlarına yaptığı hizmet o kadar büyüktür ki, onu unutmak mümkün değildir.
Daha açık söyleyelim:
Nezih Demirkent’i göz ardı eden bir Türk basın tarihi, eksiktir.
İlhan KARAÇAY
[TÜHA Haber Ajansı, 17 Şubat 2021]