enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
SON DAKİKA
10:35 Yalova Belediyesi Göçen yola çözüm üretemiyor!…
09:27 Ermenistan’da “Adana” tartışması
08:54 Su Politikaları Derneği son 1,5 yılda 5 Araştırma Dizisi Raporu Yayınladı
07:46 Dr. Öğr. Üyesi Soner DOĞAN, Arap Dünyasında Bölünmüşlük ve Birlik Hayali’ni I Arap dünyasında birlik arayışlarının neden başarısız olduğunu ve Gazze ile Katar örneklerinde ortaya çıkan dağınıklığını yazdı
07:29 TÜHA Perspektif: Ortadoğu’da İsrail’in Saldırgan Politikaları ve Uluslararası Düzenin Krizi
07:56 Devlet Bahçeli: İsrail, terör örgütü SDG’yi kışkırtıyor
07:38 Milli Savunma Bakanlığınca (MSB), 27 Eylül Preveze Deniz Zaferi’nin yıl dönümü ile Deniz Kuvvetleri Günü dolayısıyla paylaşımda bulunuldu…
07:36 Azerbaycan, İkinci Karabağ Savaşı şehitlerini anıyor
07:31 Dilde, fikirde, işte birlik: İsmail Gaspıralı
07:18 İletişim Başkanı Burhanettin Duran, “Türkiye, geçmişinden aldığı ilhamla denizlerdeki varlığını güçlendirmektedir…
07:18 Röportaj 21. Yüzyılda Balkanlar: Kimlik, Diplomasi ve Büyük Güçlerin Gölgesi
07:12 Erdoğan: Turizmde tüm zamanların 6 aylık gelir rekorunu kırdık
07:01 Parlamentoya iletilen dilek ve şikayetleri inceleyen TBMM Dilekçe Komisyonuna 28. Dönemin 3. Yasama Yılı’nda 11 bin 10 dilekçe gönderildi.
03:32 Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nden haberler!…
02:57 Cumhurbaşkanı Erdoğan: Coğrafyamızdaki acılara duyarsız kalamayız
22:16 Cumhurbaşkanı Erdoğan, İspanya Başbakanı Sanchez ile görüştü
10:47 Türk Dünyası’nın öncü şahsiyetlerinden, büyük fikir ve eylem adamı İsmail Bey Gaspıralı, vefatının 111. yılında özel bir etkinlikle anıldı…
10:09 Kocaeli Büyükşehir’den haberler!
07:22 Türkmen Gazeteci İbrahim BOZAN: Suriye Geçiş Hükümeti, Parlamento seçimleri hazırlıklarında sona geldi…
07:14 Zelenski’nin danışmanı: Kırım’da kalıcı çözümün anahtarı askeri değil uluslararası hukuk
TÜMÜNÜ GÖSTER →

TÜHA Perspektif: Ortadoğu’da İsrail’in Saldırgan Politikaları ve Uluslararası Düzenin Krizi

TÜHA Perspektif: Ortadoğu’da İsrail’in Saldırgan Politikaları ve Uluslararası Düzenin Krizi
29.09.2025
A+
A-

* Mevcut düzen, fiili olarak “Önce İsrail” ilkesini norm haline getirmiş görünmektedir. Böylelikle “de facto” olan, yani fiili durumlar, “de jure” olanı, yani hukuki olanı belirlemeye başlamıştır. Oysa uluslararası hukukun temel mantığı, hukukun fiili durumu şekillendirmesi üzerine kuruludur. Bu tersine işleyiş hem uluslararası hukukun otoritesini…

* İşte detayı!…

UHA / İnternational News Agency

Hüseyin Arslan | Yazar | Kriter Dergi

YAZAR*  Hüseyin ARSLAN, SETA Araştırmacı

ANKARA, 29 EYLÜL 2025

Türkiye’nin saygın, güvenilir Ankara merkezli bir düşünce Türkiye’nin saygın, güvenilir Ankara merkezli bir düşünce kuruluşu olan SETA Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’ndan Araştırmacı  Hüseyin ARSLAN, “Ortadoğu’da İsrail’in Saldırgan Politikaları ve Uluslararası Düzenin Krizi” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

İsrail, son iki yılı aşkın süredir Gazze’de yürüttüğü askeri operasyonlar ve sivillere yönelik kitlesel şiddet politikalarıyla “soykırım” yapmaya devam etmektedir. Başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası örgütlerin ve önde gelen küresel aktörlerin, İsrail’e yönelik herhangi bir etkili yaptırım kararı almamış olması, İsrail’in uluslararası hukuk normlarını ihlal eden politikalarını yalnızca Gazze ile sınırlı tutmayıp, Ortadoğu coğrafyasının geneline yaymasına zemin hazırlamaktadır. Nitekim İsrail, önce İran’a, Yemen’e, ardından Suriye’ye ve nihayet Katar’a yönelik saldırılar gerçekleştirmiştir. Bu gelişmeler, İsrail’in uluslararası sistemde karşısında caydırıcı bir mekanizmanın bulunmadığına dair inancını pekiştirmektedir. Dolayısıyla saldırgan politikalarının süreklilik kazanmasına yol açmaktadır.

Ortadoğu’daki mevcut tablo, bölge devletlerinin İsrail karşısında kendi ulusal güç kapasitelerini artırma ihtiyacını ve İsrail’in politikalarına muhalif aktörlerle ittifak arayışını zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda, uluslararası hukukta egemenlik ve savaş hukukuna ilişkin düzenlemelerin pratikte yalnızca İsrail’in lehine işlediği, diğer devletlerin bu haklarına ise saygı gösterilmediği aşikârdır. Dahası, söz konusu hakların korunması ve ihlallerin önlenmesi konusunda uluslararası toplumun ve örgütlerin kayda değer bir irade sergilemediği görülmektedir.

Bu durumun doğurduğu sonuçlardan biri, dünya kamuoyunda İsrail karşıtı duyguların giderek artmasıdır. Bununla birlikte uluslararası sistemin meşruiyeti ve normatif çerçevesi de sorgulanmaktadır. Zira mevcut düzen, fiili olarak “Önce İsrail” ilkesini norm haline getirmiş görünmektedir. Böylelikle “de facto” olan, yani fiili durumlar, “de jure” olanı, yani hukuki olanı belirlemeye başlamıştır. Oysa uluslararası hukukun temel mantığı, hukukun fiili durumu şekillendirmesi üzerine kuruludur. Bu tersine işleyiş hem uluslararası hukukun otoritesini zayıflatmakta hem de yeni bir uluslararası düzen arayışını kaçınılmaz kılmaktadır.

Katar Saldırısı ve ABD-İsrail İttifakının Bölgesel Yansımaları

İsrail’in kuruluşundan bu yana sergilediği işgalci politikaların ve uluslararası normları göz ardı eden eylemlerinin bazı kesimlerce büyük ölçüde meşru kabul edilmesi, günümüzde kurumsallaşmış bir durum halini almıştır. Bunun en güncel örneği, İsrail’in Katar’a yönelik saldırısında gözlemlenmiştir.

Katar ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki ilişkiler, 1992 yılında imzalanan savunma iş birliği anlaşması ile kurumsal bir çerçeveye kavuşmuştur. Söz konusu anlaşmaya göre Katar’ın toprak bütünlüğüne yönelik herhangi bir saldırı -ister kara ister hava isterse diplomatik söylemler yoluyla gerçekleşsin- ABD tarafından doğrudan kendi ulusal güvenliğine yönelmiş bir saldırı olarak değerlendirilecektir.

11 Eylül 2001 saldırılarının ardından Suudi Arabistan’da yükselen anti-Amerikan söylemler nedeniyle ABD, bölgede sahip olduğu askeri varlığı yeniden düzenleyerek Katar’a taşımış ve burada kendi sınırları dışındaki en büyük askeri üssünü kurmuştur. Hâlihazırda 10 binden fazla Amerikan askerinin bulunduğu bu üssün finansal yükümlülükleri büyük ölçüde Katar devleti tarafından karşılanmaktadır.

İsrail’in, Katar topraklarını hedef alan saldırıları, ABD’ye duyulan söz konusu güveni ciddi biçimde tartışmaya açmıştır. İsrail’in ABD’yi bilgilendirerek gerçekleştirdiği anlaşılan bu saldırı, iki kritik hususu gündeme getirmektedir. Birincisi, Katar’ın ABD ile sahip olduğu güvenlik garantilerinin pratikte ne derece bağlayıcı olduğu sorusudur. İkincisi ise ABD’nin, İsrail söz konusu olduğunda müttefiklerinin egemenlik haklarının ihlallerine karşı sessiz kaldığını bir kez daha göstermesidir. Nitekim ABD yönetimi tarafından yapılan resmi açıklamalarda, saldırı öncesinde Katar’a bilgi verildiği iddia edilmiş, ancak bu açıklamalar Katar Başbakanı Muhammed bin Abdurrahman Al Sani tarafından açıkça yalanlanmıştır. Bu çelişkili beyanlar, Katar’ın ABD’ye yönelik güveninde ciddi sarsıntılara yol açmıştır.

İsrail’in Katar’a saldırısı ayrıca iki yönlü bir sonuç doğurmuştur. Bir yandan, İsrail’in arabuluculuk rolü üstlenen bir ülkenin egemenlik haklarını ihlal ederek “devlet terörünü” uluslararası kamuoyu önünde yeniden sergilemesi, İsrail’e karşı duyulan nefreti artırmıştır. Diğer yandan ise, ABD yönetiminde İsrail’in hâlen güçlü bir destek gördüğünü ortaya koymuştur. Bu tablo, İsrail’in kuruluşundan bu yana izlediği şiddet ve terör eylemlerini bir devlet politikası olarak kurumsallaştırdığını bir kez daha gözler önüne sermektedir.

ABD’nin talebi doğrultusunda yürütülen ateşkes görüşmeleri sırasında, ABD’nin bilgisi ve izni dâhilinde İsrail’in saldırı gerçekleştirmesi, barış sürecine yönelik samimi bir iradenin bulunmadığını bir kez daha ortaya koymaktadır. Bu gelişme, İsrail’in barışa yönelik isteksizliğinin münferit bir durum olmadığını, aksine tarihsel ve yapısal bir devlet politikası olarak benimsendiğini gösteren örneklerden yalnızca biridir. Nitekim Cumhurbaşkanımızın ve Katar Başbakanı Al Sani’nin de ifade ettiği üzere, İsrail’in bölgesel davranış biçimi bir “haydut devlet” karakteristiği taşımaktadır.

Al Sani’nin çağrısı doğrultusunda, İsrail’in saldırgan politikalarına karşı bölgedeki ülkelerin münferit tepkilerinin dışında koordineli ve kolektif bir bölgesel duruş sergilenmesi gerekmektedir. Bölgedeki devletlerin ortak hareket ederek kapsamlı ekonomik, diplomatik ve siyasi yaptırımlar uygulamaları, İsrail’in uluslararası hukuk ihlallerine karşı caydırıcı bir mekanizma oluşturabilir. Aksi takdirde, İsrail’in gerek dini söylemler gerekse kurumsallaşmış devlet politikaları çerçevesinde, bölgedeki kaosun derinleşmesi yönünde hareket edeceği bellidir.

Bu noktada özellikle İsrail’in ideolojik arka planında yer alan Arz-ı Mev’ud (Vaad Edilmiş Topraklar) doktrini dikkat çekmektedir. Bu öğreti, dini bir tahayyül olmakla birlikte bölgesel jeopolitik düzenin yeniden kurgulanmasına yönelik stratejik bir vizyon olarak da işlev görmektedir. Dolayısıyla, İsrail’in saldırıları bir yandan taktiksel kazanımları hedeflemekte öbür yandan uzun vadeli bölgesel düzen tasavvurunu yansıtmaktadır.

Sonuç olarak, ateşkes görüşmeleri sırasında gerçekleştirilen saldırı hem İsrail’in barışa yönelik samimi bir iradeye sahip olmadığını hem de ABD’nin bu süreçlerde sergilediği çelişkili tutumları açık biçimde ortaya koymaktadır. Bu durum, Ortadoğu’da kalıcı barış ve istikrarın, tek taraflı diplomatik girişimlerle değil; bölgesel dayanışma, ortak güvenlik mekanizmaları ve uluslararası hukukun etkin biçimde işletilmesiyle mümkün olabileceğini göstermektedir. Bölgesel güvenliği ve uluslararası hukuku sistematik biçimde ihlal eden, terör eylemlerini devlet politikası düzeyinde araçsallaştıran ve soykırım eylemleriyle uluslararası kamuoyunu karşısına alan İsrail’e karşı kapsamlı, kararlı ve güçlü bir iradenin özellikle bölge ülkeleri tarafından ortaya konulması elzemdir.

***

Yazar hakkında

Hüseyin Arslan, 2017 yılında İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. 2019 yılında İstanbul Üniversitesi’nde “Milli Görüş Hareketi’nin Laiklik Anlayışı” başlıklı teziyle yüksek lisansını ve 2024 yılında “1908-1974 Yılları Arasında Türkiye’de Solun Dine Bakışı” başlıklı teziyle doktorasını başarılı bir şekilde savunmuştur. Arslan, Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde araştırma görevlisi olarak çalışmaktadır. Çalışma alanları: Türk Siyasi Tarihi, Milli Görüş Hareketi, İslamcılık, Laiklik, Sol, Siyasal Akımlar.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.