Uluslararası Sistemin Krizi ve Türkiye’nin Stratejik Otonomi Arayışı
* Türkiye; BAE, Suudi Arabistan, Yunanistan ve Mısır ile ilişkileri toparlayarak stratejik ortaklığa dönüştürme yolunda.
* ABD ve AB ile de pozitif gündem arayışında. Peki bu arayışlar tek taraflı mı? Hayır; aksine karşılıklı olduğu için gerçekleşiyor.
* İlgili tüm aktörler belirli dönemlerde politikalarını ve konumlarını gözden geçiriyor.
* Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kahire ziyareti ile de bölgesel satrançta yeni bir hamle yaptı.
TÜHA / TÜRKUAZ İnternational News Agency
SETA Genel Koordinatörü Prof. Dr. Burhanettin DURAN, Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) bünyesinde hazırlanan Kriter dergisi için kaleme aldığı “Uluslararası Sistemin Krizi ve Türkiye’nin Stratejik Otonomi Arayışı” başlıklı yazısında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kahire ziyareti ile Türkiye’nin yürüttüğü normalleşme politikasına dikkat çekiyor.
Prof. Dr. Burhanettin DURAN, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kahire ziyareti ile Türkiye’nin yürüttüğü normalleşme politikasının bir halkasının daha tamamlandığının altını çizerek, Ankara ve Kahire arasında 12 yıllık gerginliğin uzlaşmazlıklarını aşan ve yeni bir güç birliğini hedefleyen iradenin oluştuğunu dile getirdi.
Bu iradenin, Gazze krizi ile yeni bir döneme giren Ortadoğu için, bölgesel güç denklemlerine etki edecek önemli bir gelişme olduğunu belirten Prof. Dr. DURAN, “Arap isyanları sonrası dönem çoktan kapandı. Bölgesel güçler aralarındaki uzlaşmazlıkların gerginlik ve kapışma ile yürütülmesinin sınırlarını gördükleri için yeni bir anlayışa geçtiler. Bu değişimde Trump döneminde küre başında buluşan ülkelerin hırslı projelerinin (İran’ı ve hatta Türkiye’yi sınırlandırma) çalışmayacağını görmelerinin büyük payı var” dedi.
Prof. Dr. Burhanettin DURAN, Biden yönetiminin başa gelmesinin (Ocak 2021) İran’a uygulanan maksimum baskı politikasını sona erdirdiği gibi Ortadoğu’da dört ayaklı bir normalleşme sürecini de başlattığını hatırlattı: a) Katar ve Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi’nin (KİK) diğer üyeleri arasında b) İran ve Suudi Arabistan arasında c) Türkiye ile Suudi Arabistan, BAE, İsrail ve Mısır arasında d) İsrail ile Arap ülkeleri arasında…
Küresel ve bölgesel kaosa adaptasyon göstermede öne çıkan ülkelerden birisi olarak Türkiye’nin yürüttüğü normalleşme politikasının, diğerlerine kıyasla daha başarılı göründüğünü söyleyen Prof. Dr. DURAN, KİK üyeleri arasındaki ilişkilerin toparlansa da durumun Katar ablukası öncesine döndüğünün söylenemeyeceğini ifade etti.
Prof. Dr. Burhanettin DURAN, İran ve Suudi Arabistan arasındaki iyileşmede Çin’in arabuluculuğunun etkisinin olduğunu hatırlatarak, “Ancak Gazze krizinden sonra Kızıldeniz’de ortaya çıkan gerilimler, “İran’ın vekilleri” olgusunun Körfez ülkeleri için bir realite olmaya devam edeceğini gösteriyor. Yine İsrail’in Gazze’deki katliamları, Tel Aviv ile Arap başkentleri arasındaki normalleşmeyi sekteye uğrattı. En son Riyad, 1967 sınırlarına göre Filistin devletinin kurulmasını İsrail ile normalleşme için bir şart olarak öne çıkarttı” dedi.
Türkiye’nin ise çok sayıda ülke ile ilişkileri iyileştirmede ciddi mesafeler aldığına dikkat çeken SETA Genel Koordinatörü Prof. Dr. Burhanettin DURAN, şunları söyledi:
“Yunanistan ile yüksek düzeyli iş birliği toplantısını yapacak noktaya gelirken ABD ile İsveç’in NATO üyeliği onayı ve F-16 alımı ile yeni bir olumlu sayfa açtı. BAE ve Suudi Arabistan ile ilişkiler stratejik ortaklığı konuşacak düzleme vardı. Kahire ziyareti ile Cumhurbaşkanı Erdoğan bölgesel satrançta yeni bir hamle yaptı. Bu ziyaret ile bir yandan enerji, ticaret, yatırım ve savunma alanlarında yüksek düzeyli stratejik iş birliği düzlemine geçildi. Diğer yandan Türkiye, Gazze krizinde Mısır’a destek vererek bölge ülkelerini Filistin davasına odaklama politikasına güç verdi. Ankara’nın son üç yıldır yürüttüğü normalleşme politikasının eksik halkası Suriye oldu. Şam yönetimi Suriye’nin kuzeyindeki Türk askeri varlığının geri çekilmesini ön şart koştuğu için bu süreçten olumlu bir sonuç alınamadı. İsrail ile yürütülen normalleşmedeki geri gidişin sorumlusu ise Netanyahu hükümetinin Gazze’deki katliamlarıdır. Bu anlamda İsrail, Ortadoğu’daki normalleşme trendlerinde geriye gidiş yaşayan tek ülke durumunda. Ankara, normalleşmeyi stratejik ortaklıklara çevirerek BM Genel Sekreteri Guterres’in bahsettiği “kaos çağına” hazırlanıyor”.
Batı’da Bir Kasırga Yaklaşıyor, Ya Ortadoğu Ne Durumda?
“Guterres’in bahsettiği kaos çağı için Avrupa’da da alarm verildi” diyen Prof. Dr. Burhanettin DURAN, Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in, El Pais gazetesine verdiği röportajda, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’i “tamamen İsrail yanlısı duruş sergilemekle” suçlarken, bir kasırganın geldiği tespitinde de bulunduğunu hatırlattı.
Borrell’in, AB’nin Rusya-Ukrayna Savaşı’na ve İsrail’in Gazze’deki katliamlarına yönelik politikalarının yüksek maliyetler ürettiğini belirttiğini, “Batı’da bir kasırganın yaklaştığı” öngörüsünde bulunduğunu ifade eden Prof. Dr. DURAN, “Dante’nin İlahi Komedya‘sına atıfla “şiddet çemberinin” geldiğini belirten Borrell, “çok geçmeden Avrupa uyanmak zorunda” diyor. AB çevrelerinde Von der Leyen’in İsrail’e koşulsuz desteğine duyulan tepki biliniyor ve bunun bir örneği “Bayan Soykırım” tabiriyle de ifade edildi” dedi.
Uluslararası Adalet Divanı’nda İsrail’in soykırım ile yargılanmasının da sürdüğüne açıklayan Prof. Dr. Burhanettin DURAN, “Ancak bundan daha önemli bir husus var. ABD ve AB’nin Gazze’deki katliamlara göz yummasına Batı toplumlarında gösterilen tepki giderek yaygınlaşıyor. Sözgelimi Amerikan genç nüfusunda “İsrail’in Filistinlilere soykırım uyguladığı” algısı yerleşmiş durumda. Bu itibarla Borrell, Batı ve Avrupa için “kasırga” uyarısında bulunmakta çok haklı. Rusya-Ukrayna Savaşı Avrupa’nın güvenlik mimarisini altüst etti. Kıta elitlerinin kafası karışık. Önümüzdeki onlu yıllar boyunca uğraşmak zorunda oldukları Rus tehdidi olgusunun farkında” olduklarını belirtti.
Huzuru, ABD ve NATO’ya dayanmakta gören Atlantikçilerle eninde sonunda Avrupa’nın başının çaresine bakmak zorunda kalacağını düşünenler ayrışıyor.
Yine Fransa’nın “stratejik otonomi” kavramlaştırması ile Avrupa gökyüzü kalkanı inisiyatifi vesilesiyle Doğu Avrupa ülkelerinin kaygılarına hitap eden Almanya’nın bakışları tam örtüşmüyor. Her halükarda NATO Genel Sekreteri Stoltenberg ve Alman Genelkurmay Başkanı Breur’in söylediği gibi Avrupa elitleri önümüzdeki on yıl için daha fazla silahlanmaktan başka bir çare görmüyor.
Kovid-19 salgını ile dengesi bozulan uluslararası sistem, Rusya-Ukrayna Savaşı ile büyük güç çekişmesine savruldu. Ukrayna’da milyonlar göçmen hale gelirken savaşın yıllarca sürebileceği bir denklem oluştu. Rusya yenilmeyecek ama kazanmasına da müsaade edilemez. Beklendiği gibi bu savaş yeni çatışmaların oluşacağı güç boşlukları doğurdu.
7 Ekim 2023 sonrasında yaşanan İsrail-Filistin çatışması da dünyanın tüm bölgelerinde dondurulmuş olan ya da düşük yoğunluklu haldeki çatışmaların birden katliamlara dönüşebileceğini gösterdi.
Halen ateşkes görüşmeleri sürmekle birlikte Netanyahu hükümeti Refah’ta askeri operasyon yapmaktan vazgeçecek gibi görünmüyor. İsrail’in Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı istikrarsızlığa sürükleyen bu yaklaşımından Batılı hükümetler de memnun değil.
Biden yönetimi Kasım seçimlerine giderken Netanyahu’yu durduramamanın maliyetinin büyüdüğünün farkında. Ancak İsrail lobisinin Amerikan siyasetindeki ağırlığı siyasetçileri susturuyor. Batı toplumlarında sıklıkla İsrail’in katliamlarını telin eden gösterilere şahit oluyoruz.
Ortadoğu toplumlarında aynı hareketlilik yok. Buradan hareketle Gazze’deki katliamların önemsenmediği sonucunu çıkarabilir miyiz? Elbette hayır. Bölgede Arap isyanları öncesi tehlikeli bir sessizlik var. İsrail’in Refah’ta 1,5 milyon Filistinliyi imhaya yönelmesi durumunda birçok Arap ülkesini çok sıkıntıya sokacak hareketlilikler ve çatışmalar yaşanabilir. Bölgedeki rejimlerin Avrupa ülkelerinden daha kırılgan olduğu unutulmamalı. Borrell, Batı için kasırga uyarısında bulunuyor ancak daha büyük bir kasırganın Ortadoğu’da patlamayacağı garanti edilemez.