“Suriye’deki son gelişmeler, BOP ve Türkiye’nin seçenekleri”
Ankara merkezli düşünce kuruluşu olan Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAHİPKIRAN) tarafından gerçekleşen “Suriye’deki son gelişmeler, BOP ve Türkiye’nin seçenekleri” başlıklı Çalıştayda, Suriye’deki son gelişmeler, bu gelişmelerin Büyük Ortadoğu Planı (BOP) ile ilişkisi ve oluşan yeni durum karşısında Türkiye’nin izleyebileceği politika seçenekleri ele alındı.
TÜHA / TÜRKUAZ İnternational News Agency
Çalıştayda 27 Kasım sonrası yaşanan gelişmeler ele alınarak, gelişmelerin Büyük Ortadoğu Planı (BOP) ile bağlantısına değinildi ve Türkiye’nin izleyebileceği politika önerileri geliştirildi. Çalıştay sonrası ‘Çalıştay Raporu‘ yayınlandı.
ÇALIŞTAY RAPORU
Birleşmiş Milletler, ABD, AB ve Türkiye dahil uluslararası toplumun çoğu tarafından terör örgütü olarak kabul edilen, IŞİD’den ayrılma örgütlerden oluşan ve El-Kaide’nin Suriye şubesi olarak görülen ve yıllarca İdlib gibi küçük bir bölgeye sıkışmış Hey’etu Tahrîri’ş-Şâm’ın (HTŞ – Şam Kurtuluş Heyeti), 27 Kasım Çarşamba günü Suriye ordusuna karşı başlattığı saldırının sadece 11 gün içinde başkent Şam’ın düşmesiyle sonuçlanması, pek çok soruları beraberinde getirdi.
Yaşanan gelişmeler, Golan Tepelerinden başlayarak Şam’ın 20 km yakınına kadar işgalini genişleten ve Suriye ordusu ile Suriye’deki tapu ve nüfus arşivleri dahil olmak üzere sivil altyapısının büyük bölümünü imha eden İsrail’in lehine sonuçlanmıştır. Bu da, akıllara 2000’li yılların başlarından itibaren dile getirilmeye başlanan Büyük Ortadoğu Planını (BOP) getirmektedir. Dünya kamuoyuna deklare edildiği şekliyle Büyük Ortadoğu Projesi; Ortadoğu ve yakın çevresi coğrafyasında yer alan ülkelerde Batılı anlamda demokrasinin sağlanması, terörizmin ortadan kaldırılması, ekonomik ilişkilerin arttırılması ve ekonomik işbirlikleri sağlanarak bölgenin istikrara kavuşturulmasını amaçlamaktadır. Ancak gerçekte; ABD’nin ve onun liderliğini üstlendiği Batı Blokunun kendilerine rakip olabilecek muhtemel güçlerin oluşmasını engellemek; petrol, doğalgaz, ve diğer değerli kaynaklar üzerinde denetim sağlamak ve İsrail’in güvenliğini emniyet altına almak gibi amaçlarla, 20. yüzyılın başında çizilen haritaların yenilenmesi ve Fas’tan Endonezya’ya kadar uzanan Müslüman bölge ülkelerinin tekrar dizayn edilmesini amaçlayan bir proje olduğu anlaşılmaktadır.
BOP’un arka planında teo-politik (siyaset alanındaki tutum ve davranışların dinî temellere dayanması) amaçlar olma ihtimali yüksektir. Bu bağlamda BOP’un, Yahudilerin Vaadedilmiş Topraklar’da büyük İsrail Devletini kurmaları için zemin hazırlanması gibi dinî bir yönünün de bulunabileceği iddia edilmektedir.
Farklı “Büyük İsrail” / “Vaat Edilmiş Topraklar” Haritaları
Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ve bu projeye dair Amerikan Subayı Yarbay Ralph Peters tarafından hazırlanıp Armed Forces Journal (Silahlı Kuvvetler Dergisi)’nin Haziran 2006 baskısında yayınlanan aşağıdaki BOP Haritasında kurulması öngörülen Özgür Kürdistan’ın Karadeniz’den denize ulaşmasının planlandığı, ancak Suriye’deki son gelişmelerden sonra (belki de şimdilik) İsrail sınırından denize açılmasının önünün açıldığına dair işaretler görülmektedir.
TÜRKİYE’NİN İZLEYEBİLECEĞİ POLİTİKALAR
Suriye’de ülkenin tümüne hakim olan ve Türkiye’ye yakın olan bir merkezi yönetim kurulması, Türkiye’nin lehinedir. Bunu sağlamaya yönelik olarak Türkiye, yeni yönetim ile ülkede taşlar yerine oturana kadar sürecek 1-3 yıllık bir geçiş dönemi için Suriye’nin iç ve dış güvenliğine destek ve yeni ordu ile güvenlik güçlerinin eğitimi amaçlı olarak Suriye’de asker ve emniyet güçleri bulundurma anlaşması teklif edebilir. Benzer bir anlaşmanın Esad Suriyesi ile İran ve Rusya arasında olduğu ve eski rejim döneminde her iki ülkenin askeri ve güvenlik güçlerinin Suriye’de bulunduğu dikkate alındığında, böyle bir anlaşmanın makul olacağı aşikardır. Türkiye’nin askeri ve güvenlik güçleriyle yeni rejim ile anlaşmalı halde Suriye’de bulunması, bir yandan Suriye’nin bölünme tehlikesini giderecek, bir yandan da Suriye’deki farklı etnik, dini ve ideolojik gruplar açısından yeni rejime karşı bir güvenlik garantisi olarak görülerek Suriye’nin bir an önce istikrara kavuşması ve geçiş döneminin sorunsuz olması açısından faydalı olacaktır. Türkiye’nin Suriye’de meşru varlığı, yeni rejimin uluslararası camia tarafından daha hızlı tanınmasını ve yeni rejime güven duyulmasını beraberinde getireceğinden, yeni rejim açısından da kabule şayan olacaktır. Türkiye’nin Suriye’de meşru askeri varlığı, Suriye’nin tekrar imarında başta Türk firmaları olmak üzere uluslararası yatırımın güvenle ülkeye gelmelerini ve Suriye’nin hızla imar edilmesini kolaylaştıracaktır. Ayrıca ABD’nin YPG’yi korumak için bahane ettiği IŞİD ile mücadelenin, bu şekilde Türkiye’nin desteğiyle yeni Suriye rejimi tarafından hassasiyetle yürütülebileceği ve IŞİD ile mücadelede YPG’ye ihtiyaç kalmadan merkezi hükümet tarafından yerine getirilebileceği, uluslararası düzeyde yüksek sesle dile getirilmelidir.
İsrail’in Suriye topraklarını işgali ve Suriye’nin askeri ve sivil altyapısına yönelik saldırıları, Suriye’nin kısa sürede istikrara kavuşmasının önündeki en önemli tehditlerden biridir. İsrail’in YPG terör örgütüne desteği de, Suriye’nin bütünlüğünün korunması ve istikrarı açısından önemli bir tehdittir. Türkiye, İsrail’in bu tehditlerine karşı itirazlarını uluslararası düzeyde daha yüksek sesle dile getirmelidir. Türkiye’nin Suriye’de meşru askeri varlığı, İsrail’in yeni rejimden tehdit algıladığı için işgal ve saldırı düzenleme bahanelerini yok edecektir.
Yeni Suriye rejiminin Türkiye’nin Suriye’ye destek amaçlı asker bulundurmasına yanaşmaması durumunda, Türkiye İsrail’in kendi güvenliğini bahane ederek Suriye topraklarında tampon bölge oluşturmasını örnek göstererek, Fırat’ın doğusunda da tüm sınırları boyunca kesintisiz olarak yeterli derinlikte bir tampon bölge oluşturmalıdır.
YPG’den kaynaklı terör tehdidiyle mücadele ederken, bu durumun Kürt karşıtlığı gibi anlaşılmaması ve Kürt vatandaşlarımızın rencide edilmemesi için içeride hassas bir süreç yürütülmeli; YPG’nin Kürtlerin çıkarlarını temsil etmediği, bilakis İsrail ve ABD’nin çıkarlarının taşeronluğunu yürüttüğü, YPG’nin hakim olduğu bölgelerde başta Barzani’ye müzahir Kürtler olmak üzere kendi görüşünde olmayan Kürtlere hayat hakkı tanımadığı gibi hususlar işlenmeli ve YPG tasfiye edildiği takdirde Suriye’nin kuzeyindeki bölgelerde tıpkı Türkmenler için olduğu gibi, Kürt nüfusun huzur ve refahının da garantörünün Türkiye olacağı açıkça ifade edilmelidir.
Türkiye’nin askeri varlığı ile garantörlüğü olmadan, HTŞ içindeki farklı selefi örgütlerin birbirleriyle ve Suriye Milli Ordusu (SMO) ile uzlaşması pek mümkün gözükmemektedir. Bu örgütler arasında muhtemel anlaşmazlık ve çatışmalar, Suriye’de daha büyük istikrarsızlıklara ve bunun sonucunda yeni göç dalgalarına neden olabilir. Böyle bir ihtimale karşı hazırlıklı olunmalı ve muhtemel göç dalgalarının sınırımız dışında karşılanmasına yönelik planlamalar ve hazırlıklar yapılmalıdır.
Suudi Arabistan’ın bile sekülerleşme sürecine girdiği, bölgedeki diğer Şeriat ile yönetilen devlet olan İran’daki Şii şeriat rejiminin ekonomik ambargolar, halk ayaklanmaları ve İsrail ile ABD tarafından tehdit altında olduğu bir dönemde, Suriye’de kurulacak bir Şeriat rejiminin çok kalıcı olmayacağının bilinciyle gerekli hazırlıkların yapılmasının faydalı olacağı değerlendirilmektedir.
HTŞ hakimiyetindeki Suriye’nin Taliban benzeri bir yönetim olmasa da ılımlı İslam görünümlü ve şeriat kanunlarının hâkim olacağı bir rejim kuracakları anlaşılmaktadır. Farklı din ve mezheplere mensup Suriyeliler ile şeriat hükümleri altında yaşamak istemeyen Suriyelilerin, yeni bir göç dalgası başlatmalarına karşı da göçün sınırlarımız dışında karşılanmasına yönelik planlamalar ve hazırlıklar yapılmalıdır.
Suriye’de savaş öncesi var olan demografik yapının tekrar tesisine yönelik çalışma yapılmalıdır. Bu minvalde en önemli husus, Suriye Türkmenlerinin güvenle eski bölgelerine dönmeleri ve bölgelerinin hızlı imarı ile ticaret ve sanayinin normale dönmesi için gerekli tedbirler alınması olmalıdır. Özellikle Türkiye’ye göç eden Türkmenlerin demografik yapının korunması için güvenle memleketlerine dönmeleri, stratejik açıdan öncelikli bir konudur.
Uluslararası toplum ve Türkiye tarafından terör örgütü olarak kabul edilen HTŞ ile ilk etapta çok yakın bir görüntü verilmemeli, ihtiyaçlar nispetinde diplomatik ilişkiler kurulduğu imajı verilmeli, diğer ülkelerin HTŞ’ye karşı tutumları takip edilerek gelişmelere göre adımlar atılmalıdır.