‘Senaryo Doktorluğu,Türkiye’de henüz yerini bulamamış bir alan’

TÜHA HABER / Aydın’ın Kuşadası ilçesinde yaşayan, İngilizcesi ScriptDoctor olan Senaryo Doktoru ve yazarı Dilek Qudey’le, senaryo yazarlığı ve Türk Sineması’nın ‘Dünü ve Bugünü’ konusundaki görüşlerini almak için (UHA) Uluslararası Haber Ajansı ve (TÜHA) Türkuaz Uluslararası Haber Ajansı adına bir araya geldik.
Aynı zamanda öykü yazarı da olan Dilek Qudey, ‘Senaryo Doktorluğu‘nun Türkiye’de henüz bulamamış bir uzmanlık alanı olduğunu söylüyor.
UHA HABER :Sayın Dilek Qudey, biz sizi hikaye yazarı ve en çok da senaryo yazarı yada senaryo doktoru olarak tanıyoruz..Nedir ‘Senaryo doktoru’ bunu biraz açabilir miyiz?
Dilek Qudey :ScriptDoctor : Bizdeki karşılığı Senaryo Doktoru. Türkiye’de henüz yerini bulamamış bir uzmanlık alanıdır. Yapım Şirketlerinin, şahısların veya amatör yazım guruplarının bitmiş senaryolarının analiz raporlarını düzenleyen kişidir. Senaryo Doktoru bitmiş bir projeyi baştan sona inceleyerek, dramaturjik yapısını, filmin gerçekliğe uyumunu, karakter analizlerinin ve repliklerinin durumunu, daha birçok başlık altında inceler, hataları, fazlalıkları tespit edip detaylı bir rapor hazırlayarak eser sahibine teslim eder. Eğer Senaryo sahibi isterse bu rapor üzerinden projeyi yeniden revize edebilir. Senaryo doktorunun revize etmesini isterse bu defa durum “Senaryo Editörlüğü” kapsamında ele alınır… Senaryo Doktorları “gizlilik sözleşmesiyle” çalışır. Analizini yaptığı Senaryoyu asla sahiplenemez zira eser başkasına aittir.
UHA HABER : Herkes bir ‘Senaryo doktoru’ olabilir mi? Bunun incelikleri nedir?
Dilek Qudey :Bu Ülkede herkes istediği herşeyi olabiliyor malum!
Yetenekliyse, Senaryo tekniğini çok iyi biliyorsa, Film piyasasına hakimse ve teknik yönlendirmeleri profesyonelce yapabiliyorsa tabi ki senaryo Doktoru olabilir. Kimsenin tekelinde değil bu meslek. Lakin; sağlam bir alt yapı, tecrübe, bilgi birikimi ve hakimiyet becerisinin olması şart. Türkiye’de bunun okulu yok. Sadece sertifika programları var. Özel üniversitelerin ilgili bölümlerinde veya bazı atölyelerde sektörün içinde yer alan belli isimlerin eğitmenliğinde özel katılımcılara para karşılığında hazırlanan kurslarla sertifika veriliyor. Yeterli midir? Tabi ki hayır! … Başkasına ait bir senaryoyu her yönüyle incelemek, piyasa ve seyirci algısına göre şekillendirilmesini önermek öyle kolayca yapılan bir iş değildir. Çünkü son aşamasında bize gelen projenin kaderini tayin etmede sorumluluk almak hayli titizlik isteyen bir çabadır. Sinema ucuz bir iş değildir. Milyonlarını bu işe yatıracak yapımcıya tutarlı bir rapor sunmak fazlasıyla birikim isteyen bir iştir.
UHA HABER : Sizce ülkemizde senaryo yazarlığı konusunda yeteri derece bir eğitim veriliyormu?
Dilek Qudey :Senaryo Yazarlığı konusunda özel kurslar hayli fazla. Kitaplar ve yayınlar da var. Senaryo teknik bir dille yazıldığı için öğrenilebilir. İsterseniz size bile öğretebiliriz. Lakin, işin matematiğinin yanı sıra olmazsa olmazları vardır. Senaristin hayal gücünün zenginliği, analitik düşünebilmesi, neden-sonuç ilişkisini mantıklı kurabilmesi, çok okuyup çok izlemesi, gözlem yeteneği vb… nitelikleri olmak zorundadır. Senaryo diliyle, edebiyat dili farklıdır. Senaryo tekniğine hakim olmak birinci şarttır. Edebiyat ise beslendiğimiz, ufkumuzu genişlettiğimiz, repliklerimizi şenlendirdiğimiz bir kaynaktır.
UHA HABER : Zaman zaman duyuyoruz, özelikle televizyon dizilerinin yetişmesi için senaryonun çekim anında yazıldığını biliyoruz..Bir ‘Senaryo doktoru’ olarak nasıl buluyorsunuz, sizce sağlıklı mı?
Dilek Qudey :Valla şu anda çalışma koşulları rezalet. Eskiden olduğu gibi 45 dakikalık bölümlere geçmemiz gerekiyor. Özellikle Dizi Filmlerde, neredeyse Uzun Metraj Film ölçeğinde bölümler yazdırılıyor. Senaristler için beyin yakan bir durum! Televizyon kanallarıyla Yapımcılar arasında sıkışıp kalan senarist ne yapsın? Ya bu işi yapmayacak ya da onların isteklerine boyun eğecek. Maalesef kalemle kuyu kazan bu insanların hali içler acısı. Örneğin: Dizi filmin bölüm senaryosu bitmiştir. TV Kanalının iç yapımlarından bir telefon gelir. Reyting kaygısıyla bölümde atraksiyon yapılması istenebilir. Hadi bakalım! Yazılmış kocaman bir bölüm tekrar yazılabilir ya da sahneler eklenip çıkarılabilir. Yetişemediği zamanlarda olabilir. Sette kotarmaya çalışırlar. Bu yapılmaması gereken bir durumdur. Senaryoya daSenariste de büyük saygısızlıktır. Senaryo dediğimiz şey mümkünse değiştirilmemelidir. Proje öncesi yapılan masa başı toplantıları bunun içindir. Başlangıçta herşey konuşulur, değişiklikler yapılır, senaryo sabitlenir ve buna sadık kalınmalıdır. Ama öyle mi? Hayır! Bu işe para yatıranlar ne derse o olur. Gerekirse sette yazarsın, gerekirse esas oğlanı öldürürsün. Dükkan onların! Senaristin boynu kıldan incedir. Usta Yazar David Mamet şöyle der: “Yapımcıların sanatla ilişkisi, giyotinin hukukla ilişkisine benzer.”.…Bence bu cümleye Televizyon kanallarını da eklemek gerekiyor.
UHA HABER : Sayın Qudey, biraz da Türk sinema sektörünün en önemli sorunlarını konuşmak istiyorum..Türkiye’de son yıllarda çekilen dizi ve film sayısında ciddi bir artış söz konusu, bir senaryo doktoru olarak nasıl buluyorsunuz?
Dilek Qudey :Artmalı tabi ki. Ama Kaliteli bir artış olmalı. Yüzlerce dizi film ve sinema filmi yapılıyor. Konulara bakalım, neredeyse birbirinin uzantıları. Bir dizi tutunca hemen benzer konulu başka bir film piyasaya sürülüyor. Yahu arkadaş, hayal gücümüz bu kadarla mı sınırlı? Aşiret, saray entrikaları, zengin- fakir, şirket, villa, şiddet, şirret kadın, bön bön bakan yakışıklı esas oğlan filan. Bunun dışına ne zaman çıkacağız? Bu işe para yatıranlar risk almak istemiyorlar. Dolayısıyla seyirci tarafından çok izlenen konulara odaklanıyorlar. Bunu nasıl tespit ediyorlar Reyting araştırmalarıyla. 40 kentte sanıyorum 4000 denek evinde reyting cihazı bulunuyor. “people metre” denen kibrit kutusu büyüklüğündeki bu cihazlar, sosyodemografik araştırmalar sonucu belirlenen deneklerin televizyonlarına yerleştiriliyor ve tüm izlenme verileri bir merkezde toplanıyor. Reklam verenler ve Tv kanalları için gerekli bu araştırmalar. Bu 4000 kişinin ölçümleriyle 81 milyonluk ülkede izlenme konusunda bir sonuca ulaşılıyor! İşin tuhafı veriler de sağlam çıkıyor. Demek ki toplum büyük bir iştahla bu dizileri izlemeye devam ettikçe yeni projelerin bir süre daha hiç şansı olamayacak üzgünüm.
UHA HABER : Ülkemizde çekilen diziler, filmler artık sadece Türkiye’de Balkanlar, Ortadoğu ve Latin Amerika ülkelerinde de izleyiciyle buluşuyor. Sizce yeterli mi, sizce nasıl olmalı?
Dilek Qudey :Bu sevindirici bir durum aslında. 140 ülkeye Dizi film satılmış. Rakamlar Kültür bakanlığından… Satılsın tabi. Lakin bu işten para kazanan yüzlerce emekçinin cebine girmiyor bu paralar. Sadece şirketler kazanıyor. Oyuncular da ünleniyor o kadar. Senaryo yazarları ise bu dağılımdan zırnık alamıyor. Çünkü onlar bir defaya mahsus paralarını alıp çekilirler bir köşeye. Bu işe para yatıranların bu ihraçtan para kazanıp bu parayı da tekrar sektöre yatırmaları iyi bir şey. Buradan biraz Pragmatist yaklaşırsam pastadan bizlere de belki biraz krema düşer. Ne diyeyim.
UHA HABER : Sinema, telecizyon, prodüksiyon şirketlerinin çok ciddi yapısal sorunları bulunuyor. Hatta Türkiye’nin köklü bir sinema geçmişi bulunmaktadır. Türkiye’de çok sayıda film çekildi, çekiliyor. Ancak ülkemizde sinema sektörü hala endüstri haline gelemedi. Sizce sorun nerede?
Dilek Qudey :Türkiye’de Sinema Endüstrisi yok diyemem. Cumhuriyetin ilanından sonra Muhsin Ertuğrul’un katkılarıyla 50’li yıllara kadar devam eden bence çok da güzel “edebi sinema” nın örnekleri var. Sonra 60’lı yıllarda daha çok filmin yapılması, 70 lerde ki yolunu kaybediş, 90 larda ki sosyal içerikli filmlerin artışı ve günümüz sineması. “Yeşilçam” efsanesini göz ardı edemeyiz. Bugün halen Yeşilçam filmleri izliyoruz. 1960 larda Yeşilçam filmlerinin yapımcıları, dağıtımcılarla ve sinema salonu sahipleriyle iş birliği içinde götürüyorlardı bu işleri ve endüstri ilerliyordu. Film Endüstrisinin 3 temel bileşeni var Ataner Bey. “yapım, dağıtım ve gösterim”. Bir filmin salonlara girmesiyle başlar serüven. Dağıtımcıyla yapılan pazarlıklar, dvd satışları, filmlerin ihracatları vesaire… Devletin destekleri gerekli. Kültür bakanlığı Sinema destekleme kurullarıyla sektöre biraz kan pompalasa da yeterli değil. Sanıyorum yeni Sinema yasasıyla Film Endüstrisine yeni destekler sağlanacak. Bu iyi bir gelişme. Yapım şirketleriyle, devlet desteğiyle, dağıtımcılarıyla, üniversitelerdeki Sinema tv bölümleriyle, meslek birlikleriyle, Film festivalleriyle, 140 ülkeye satılan dizileriyle, binlerce emekçisiyle var olan bir Film endüstrimiz var. Daha da iyi olabilmesi için hakkaniyet, kalite ve galiba çokça eğitime ihtiyacımız var.
UHA HABER : Dünyada en çok filmin çekildiği Hollywold’da, neredeyse filmlerin çoğu film platolarında çekilmektedir. Oysa Türkiye’de hala filmlerin çekilebileceği devasa platolar bulunmamaktadır. Bu konudaki görüşleriniz nedir?
Dilek Qudey : Film platolarımız var aslında. Birkaç önemli dizi buralarda çekildi biliyorsunuz. Keşke daha çok film çekilse veya bu platolar yurt dışındaki yapımcılara bol bol kiraya verilse. Bir yazar olarak bu işlerin matematiğini ben yapamam. Ama şunu söyleyebilirim. Filmlerde Prodüksiyon masrafları söz konusu olduğunda Sineğin kanadından yağ çıkarmak ister şirketler. Mümkünse en az maliyetle çok para getirecek bir film üretmek isterler. Hatta Senaristlere de büyük iş düşer bu konuda. Yazacakları sahnelerde karakterleri ellerinde haşlanmış mısır veya simitle bol bol İstanbul sokaklarında gezdirirler mesela. Kirası yoktur çünkü. Zengin mekanlar, kiralanan araçlar, kostümler vb… tonlarca gideri asgari seviyede tutmanın yollarını aratırlar. Hal böyleyken, mesele sanat değil de kolay para kazanmak üzerine kuruluyken benim söyleyeceklerim veya isteklerim bir anlam ifade etmeyecek. Bu sorunuza fazlaca cevap veremeyeceğim galiba…
UHA HABER : Türkiye’de 70’e yakın İletişim Fakülteleri bulunmaktadır. Her yıl İletişim Fakülteleri ve Güzel Sanatlar Fakülteleri ile Meslek Yüksekokulları’ndan 15 bine yakın kişi mezun olmaktadır. Bu mezunların çoğu da maalesef sektörde iş bulamamaktadır. Sizce burada eksiklik nedir?
Dilek Qudey :Fakültelerden mezun olanlar dünyanın en güzel filmini çekeceklerini düşünerek yola koyulurlar. Sonra sektörün içine girdiklerinde “Kıroyum ama para bende” diyen Yapımcılarla burun buruna gelirler. Akıllı olanlar üniversitede kalıp akademik kariyer yapıp Sinemanın nasıl olması gerektiğini anlatır diğerlerine. Piyasaya düşenler ise hayalleri yağmalanmış olarak sektörün neresinden içeriye sızacaklarının çabasına düşerler. Çok mu karamsar oldu bilmem ama gerçekler biraz acı. Sanata değer veren yatırımcılara ihtiyacımız var. Bugün binlerce yazılmış Senaryo örnekleri yapımcıların odalarında istiflenmiş duruyor. Belki de içlerinde harikulade eserler var. Kim çıkaracak onları? Halen yetişmekte olan yeni sinemacılar var. Kim şans verecek onlara? Sanat yapamıyoruz ki! Güzel sanatlar, iletişim fakültelerinden mezun olanlar, alaylılar var. Onlara şans dilemekten başka bir şey gelmiyor elimden. Zira ben de bu konuda çook uzun bir yolculuktan geliyorum. Televizyonculuk geçmişim, yazarlık ve senaristlik serüvenlerimle halen yoldayım. Ve inanın çok yoruluyorum. İş yapmaktan değil mücadele etmekten yoruluyorum. Umarım Sinema Sanatında hepimiz doyurucu işler yapabilecek fırsatlar yakalayabiliriz.
SÖYLEŞİ : Ataner YÜCE & AYDIN (Kuşadası)
[TÜHA Haber Ajansı, 20 Ekim 2020]