Mısır’da imzalanan barış niyeti beyanının somut bir yaptırım gücü yok ancak İsrail’in savaşa dönmeye karar verdiği noktada ‘Trump’ın barış planını’ ihlal etmiş olacağı için psikolojik bir yaptırım gücü olacaktır.
Kadir ÜSTÜN, SETA Washington D.C. Koordinatörü
Gazze’de sağlanan esir takası ve ateşkes anlaşmasının kalıcı bir barış sürecine dönüştürülmesi için bölge liderleriyle bir araya gelen Trump, yeni bir Ortadoğu’nun doğduğunu söyleyerek sürecin devamını getirme sözü vermiş oldu. Zirvede Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da imzaladığı barış niyeti beyanı, Gazze’deki savaşın sona erdirilmesinin ötesinde imzacı tarafların bölgede huzur sağlanması için birlikte çalışma taahhüdü anlamına geliyor. Barış planının uygulanmasına yönelik uzlaşı, İsrail’in süreci bozmaya yönelik herhangi bir hareketi karşısında bölge ülkelerinin Trump’a müdahale etmesi için lobi yapmasını sağlayacaktır. İsrail’e her türlü desteği verip baskı yapmaktan kaçınan Biden’dan farklı olarak Katar saldırısı sonrası harekete geçen Trump, bölge ülkelerinin tepkilerine daha açık görünüyor. Trump’ın yeni bir Ortadoğu’nun doğuşundan kastı, İsrail yanlısı politikalarından taviz vermeden Ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerini güçlendirerek devam ettirmek olsa gerek.
Şarm el-Şeyh’teki zirve bölge ülkelerinin Trump planı etrafında çalışma niyetini imza altına almaları açısından kritik bir önem taşıyor. Daha önce Türkiye’nin yoğun diplomatik çabaları Arap ve İslam ülkelerini ortak bir tavır almaya zorlamıştı ancak İsrail’in askeri gücünü Amerika’nın desteğiyle en ağır biçimde kullanması engellenememişti. Arap ülkelerinin İsrail veya ABD’ye sert tepki vererek Washington’la aralarını bozmak istememeleri önemli bir dinamik olarak öne çıkmıştı. İsrail’in Katar’daki Hamas heyetine saldırısı sonrasında Katar’ın verdiği tepki Trump’ın aksiyon almasında kritik rol oynadı. Saldırıdan memnuniyetsizliğini kamuoyu önünde ifade eden Trump, Netanyahu’ya ‘zafer’ ilan edip anlaşması için baskı yaptı. Bunun karşılığında Şarm el-Şeyh zirvesi öncesinde İsrail’e giderek Netanyahu’ya destek veren Trump, Arap ülkeleriyle barış süreci başlatma sözü vererek kendini kritik arabulucu ve barışın baş sponsoru olarak konumlandırdı.
Mısır’da imzalanan barış niyeti beyanının somut bir yaptırım gücü yok ancak İsrail’in savaşa dönmeye karar verdiği noktada ‘Trump’ın barış planını’ ihlal etmiş olacağı için psikolojik bir yaptırım gücü olacaktır. Katar gibi büyük yatırım gücü olan Körfez ülkelerinin ABD’yle ilişkilerine zarar vermek istemeyen Trump’ın bölge ülkelerini dinlemek için önemli sebepleri var. Ancak bu ülkelerin somut tavır alarak harekete geçmeleri gerekiyor. Aksi takdirde İsrail’in Gazze’deki soykırımının Filistin’in tamamına yayılması engellenemez. Kendi ulusal çıkarlarını önceleyerek ABD’yle ilişkilerini Filistin meselesine indirgemek istemeyen Arap ülkelerinin ancak İsrail kendilerini de hedef alınca harekete geçmeleri durumunda kalıcı barışa ulaşmak zorlaşacaktır. Niyet beyanına imza atan ülkeler, bu deklarasyonu Trump’ın İsrail’e baskısının devamını sağlayacak bir şekilde kullanırlarsa kalıcı bir barış için umut artacaktır.
Şarm el-Şeyh’teki konuşmasında ‘yeni bir Ortadoğu’nun doğuşundan’ bahseden Trump, ateşkes ve esir takası adımlarını büyük bir başarı hikayesi olarak lanse etmekte gecikmedi. Bu Ortadoğu vizyonunun İsrail’in işgalinin sona ermesi veya son iki yıldır uyguladığı soykırımın hesabını vermesi gibi unsurlar taşımadığı açık. Trump planına göre Hamas’ın silahsızlanması ve Gazze’nin uluslararası bir komisyon tarafından yeniden inşası gibi maddeler de uygulamada birçok zorlukla karşılaşacaktır. İsrail’in saldırılara dönmesini engelleyecek somut bir madde de yok. Bütün bunlara rağmen barışın ve yeni bir Ortadoğu’nun vaadini veren Trump’ın kendini kilit oyuncu olarak konumlandırması söz konusu. Barışı getiren aktör olarak İsrail’in Arap ülkeleriyle normalleşmesi gündemini de ilerletmeye çalışacaktır. Trump’ın Arap-İsrail barışını sağlayıp Filistin meselesini gene paranteze almayı hedefleyen bir Ortadoğu vizyonu olduğunu söylemek mümkün.
Filistin meselesinin çözülmediği bir bölgede barışın kalıcı olmayacağı Hamas’ın 7 Ekim saldırılarıyla bir kez daha anlaşılmıştı. İlk döneminde İbrahim Mutabakatları ve Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması adımlarını atan Trump, ikinci döneminde hem İsrail’e desteğe devam etti hem de İran’ın nükleer tesislerine saldırdı. İsrail lobisinin gücünü İsrail’deki konuşmasında bizzat anlatan Trump, Kudüs adımında etkili olan milyarder donör Miriam Adelson’ın ABD’den çok İsrail’i sevdiğini ima etti. Trump’ın İran’la büyük bir savaşın eşiğine gelmekten ve İsrail’in Katar’a saldırısından rahatsız olduğu biliniyor. Kendi tabanında yükselen İsrail karşıtlığı konusundaki hassasiyeti de Adelson’la ilgili sözlerinden anlaşılıyor. İçerde İsrail lobisinin istediklerini yapmak zorunda hisseden ama bundan rahatsızlığını da zaman zaman ifade etmekten çekinmeyen Trump’ın Filistin meselesini çözmek gibi bir önceliği yok ancak bölge ülkelerinin baskısının da İsrail lobisini bir nebze dengeleme ihtimali olduğunu görüyoruz.
Şarm el-Şeyh’teki barış niyeti beyanı, Filistin meselesinin çözümüne ilişkin somut adımlardan ziyade İsrail’e somut baskı uygulayabilecek Trump’ın sponsorluğunda gerçekleşmesi itibariyle önemli. Bu sürecin kısa vadede iki devletli çözüm veya yeni bir Ortadoğu güvenlik mimarisi üretmesi zor ancak Washington’ın İsrail’in soykırımını durdurarak Gazze’ye nefes aldırması açısından önemli. İsrail’in işgali devam ettikçe ne Filistin meselesi çözülebilir ne de gerçek anlamda yeni bir Ortadoğu düzeni inşa edilebilir. Buna rağmen Trump yönetiminin angajmanı, bölge ülkelerinin İsrail’in saldırganlığını sınırlayabilecek tek aktöre baskı yapma imkanlarının artması anlamına geliyor. Bölge ülkeleri ortak tavır geliştirmeyi öğrenebilirse asıl o zaman yeni bir Ortadoğu’nun doğuşu mümkün olabilir.