Şanghay Perspektifinden Çok Kutupluluk: Türkiye–Çin İlişkileri

* Küresel sistemin 21. yüzyılda çalkantılı ve çok merkezli çatışmalarla sarsıldığı bir dönemde, dünyanın yarısından fazlası Çin’in ev sahipliğinde gerçekleştirilen Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) 25. Devlet Başkanları Zirvesi için Tianjin’de bir araya geldi. Bir zamanlar Batılı güçlerin imtiyaz elde ettiği ve Çin’i “aşağılanma yüzyılına” mahkum eden “anlaşma limanlarından” biri olan Tianjin, bugün çok kutupluluğun sembolik bir buluşma noktası olarak yükselirken, zirve hem küresel güç dengelerindeki kaymanın hem de Asya merkezli iş birliği arayışlarının dikkat çekici bir göstergesi olarak uluslararası ilgiyi üzerine toplamaktadır.
-Diren DOĞAN-
*İşte detayları!…
TÜHA/ TÜRKUAZ İnternational News Agency
YAZAR* Diren DOĞAN, Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi Öğr. Gör.
HOLLANDA, 07 EYLÜL 2025 – Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi Öğretim Görevlisi Diren DOĞAN, Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Tianjin Zirvesi bağlamında Türkiye–Çin ilişkilerini ve çok kutupluluk arayışlarını Fokus+ için “Şanghay Perspektifinden Çok Kutupluluk: Türkiye–Çin İlişkileri” başlığı altında bir yazı kaleme aldı.
Küresel sistemin 21. yüzyılda çalkantılı ve çok merkezli çatışmalarla sarsıldığı bir dönemde, dünyanın yarısından fazlası Çin’in ev sahipliğinde gerçekleştirilen Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) 25. Devlet Başkanları Zirvesi için Tianjin’de bir araya geldi. Bir zamanlar Batılı güçlerin imtiyaz elde ettiği ve Çin’i “aşağılanma yüzyılına” mahkum eden “anlaşma limanlarından” biri olan Tianjin, bugün çok kutupluluğun sembolik bir buluşma noktası olarak yükselirken, zirve hem küresel güç dengelerindeki kaymanın hem de Asya merkezli iş birliği arayışlarının dikkat çekici bir göstergesi olarak uluslararası ilgiyi üzerine toplamaktadır.
Yirmi dört yıllık tarihi düşünüldüğünde, bu yılki zirvenin gerek ŞİÖ’nün gelecek on yıllık stratejisini belirleme noktasında kurumsal bir önemi, gerekse zirveye katılan devlet başkanlarının sayısı ve çeşitliliğiyle önceki toplantılardan ayrışan bir niteliği olduğu net olarak görülmektedir. Nitekim küresel sistemdeki konjonktürel gelişmeler de dikkate alındığında, bu zirve; zamanlaması, katılımcı çeşitliliği ve ev sahibi ülkenin sembolik konumu itibarıyla Batı tarzı müesses nizamın aksaklıklarını sorgulamaya tabi tutarken, alternatif bir “çok kutupluluk” arayışının en güncel örneklerinden birini teşkil etmektedir.

Bu çerçevede, ŞİÖ’de gözlemci ülke statüsünde bulunan Türkiye için Tianjin zirvesi, yalnızca örgütün genişleyen coğrafi ve siyasi ağına tanıklık etme açısından değil, aynı zamanda çok kutupluluğa yönelen küresel eğilimlerle kendi dış politika vizyonu arasındaki kesişim noktalarını görme bakımından da önem taşımaktadır. “Yeniden Asya Girişimi” ile Asya’nın en batısındaki Avrupalı, Avrupa’nın en doğusundaki Asyalı kimliğini ön plana çıkaran ve kendisine bahşedilen doğal köprü rolünü dış politik bir stratejiye dönüştüren Türkiye, bir yandan masada yer alarak Asya merkezli iş birliği ağlarını çeşitlendirmekte, diğer yandan ise ŞİÖ ile ilişkilerini stratejik özerklik anlayışının tamamlayıcı bir unsuru olarak uluslararası topluma sunmaktadır.
Bu çerçevenin en belirgin yansımalarından biri ise Türkiye ile Çin arasındaki ilişkilerin giderek daha fazla stratejik boyut kazanmasıdır. Nitekim Tianjin’de gerçekleşen zirve kapsamında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Çin Devlet Başkanı Xi Jinping arasında yapılan görüşme, iki ülke ilişkilerinin yalnızca ikili boyutla sınırlı olmadığını, aynı zamanda küresel sistemde yükselen çok kutupluluk arayışıyla da doğrudan bağlantılı olduğunu göstermiştir. Xi’nin Türkiye’yi “gelişmekte olan önemli bir ülke” ve “Küresel Güney’in etkin bir üyesi” olarak tanımlaması, ayrıca Çin ile Türkiye’yi “bağımsızlık ruhuna sahip yükselen büyük ülkeler” şeklinde nitelemesi, iki ülkenin stratejik özerklik arayışlarında ortak bir zemin bulunduğunu gözler önüne sermektedir.
Bu doğrultuda liderler arası görüşme neticesinde yayınlanan metinler incelendiği zaman stratejik koridorların geleceği, dijital teknolojiler, enerji, sağlık ve turizm gibi alanlarda iş birliğinin çeşitlendirilmesinin öne çıkartıldığı görülmektedir. Buna ek olarak ABD’nin ‘Trump Koridoru’ hamlesinin Orta Koridor’un geleceğine etkisi ve bunun Kuşak ve Yol üzerindeki yansımaları masadaki ana temalardan birini oluşturmuştur.
Bu noktada Erdoğan’ın zirve kapsamında yaptığı görüşmelerde sık sık Kafkasya’nın güvenliğine dikkat çekmesi de oldukça kıymetlidir. Diğer taraftan Türkiye’nin Çin’e yönelik dış ticaret açığının Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ajandasının üst sıralarında bulunan bir diğer önemli başlık olduğunu söylemek mümkündür. Özellikle ikili ticaretin dengeli ve sürdürülebilir olması için Çin yatırımlarının Türkiye’ye yönelmesi çağrısının birincil ağızdan Xi Jinping’e iletiliyor olması görüşmenin önemli noktalarından birini oluşturmaktadır.
Türkiye-Çin ilişkileri
İki ülke arasındaki yüksek düzeyli temasların sürdürülmesi, eğitim ile turizm alanlarında halklar arası bağların güçlendirilmesi ve iki ülke ilişkilerinin taşıdığı potansiyellere yönelik yapılan vurgular, ekonomik ilişkilerin ötesinde toplumsal boyutun da Türkiye-Çin ilişkilerinde güçlendirilmeye çalışıldığının bir nevi habercisi olarak dikkat çekmektedir.
Zirvede Xi Jinping’in vurguladığı üzere gelecek yıl Türkiye ile Çin arasındaki diplomatik ilişkilerin 55. yılının kutlanacak olması, bu stratejik diyaloğun yeni bir aşamaya taşınması için güçlü bir sembolik fırsat sunmaktadır. Bu açıdan yaklaşıldığında Tianjin’deki liderler görüşmesi yalnızca ikili gündemin ötesinde, Türkiye ile Çin’in küresel krizler karşısında geliştirdiği diplomatik koordinasyon kapasitesinin altını çizen bir buluşma niteliği de göstermektedir.

İki ülke, Birleşmiş Milletler’den G20’ye, ŞİÖ’den BRICS gibi bölgesel forumlara kadar çeşitli çok taraflı platformlarda giderek daha sık yan yana gelmekte; bu durum tarafların birbirini daha iyi analiz etmesine hizmet etmektedir. Bu noktada son yıllarda yaşanan krizler de iki ülkenin uyuşmazlıklar karşısında arabulucu çabalar gütme noktasında benzer stratejiler yürüttüğünü göstermiştir.
Ukrayna savaşı, Gazze meselesi, Orta Doğu’daki istikrarsızlıklar ve sayısı arttırılabilecek diğer uyuşmazlık alanlarında diyalog kanallarının açık tutulmasının ve barışın önemine dair yapılan benzer vurgular; iki ülkenin dış politika öncelikleri farklılıklar barındırsa da ortak bir diplomatik zeminde buluşmalarına imkan tanımaktadır.
Nitekim her iki ülke de krizlerin tarafsız bir zeminde yönetilmesi gerektiğini savunarak, uluslararası sistemde “arabuluculuk potansiyeli yüksek” aktörler olarak öne çıkarken bu yönüyle Türk–Çin ilişkileri, sadece ekonomik ya da altyapısal iş birliği projeleriyle sınırlı kalmamakta, aynı zamanda küresel yönetişim tartışmalarında alternatif bir perspektif geliştirme potansiyeli taşımaktadır.
Tüm bu gelişmeler çerçevesinde, Tianjin’de gerçekleştirilen Türkiye-Çin zirvesi her ne kadar iki ülke arasındaki ilişkiler için bir mihenk taşı olmasa da tarafların küresel sistemdeki karşılıklı duruşlarını anlamaları ve bu anlayışı uluslararası topluma sunmaları noktasında önemli bir buluşma niteliği göstermektedir.
Zirve öncesinde Çin medyasında yayınlanan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ait makalede “Çin Halk Cumhuriyeti’nin öncü rol oynadığı uluslararası toplumun kolektif bir vicdan ve ortak çıkarlar etrafında kenetlenmesinin daha adil ve daha müreffeh bir dünyanın yolunu açacağına inanıyoruz.” ifadesi Türkiye perspektifinden Çin’e çizilen rolü özetlemektedir.
Görüşme esnasında “Tek Çin” politikasına yapılan vurgu Çin’in bu konudaki hassasiyetlerine ihtiyatlı bir saygıyı gösterirken iki ülke arasında mevcut istişare ve iş birliği mekanizmalarının düzenli aralıklarla işletilmesi yönünde alınan uzlaşı kararı ise iki ülke ilişkilerinde süreklilik arayışının güçlendiğini göstermektedir. Türkiye ve Çin arasındaki ilişkilerin gelecek yıllarda bir fare doğuracağı beklenmese de stratejik güvenin inşasına hizmet eden bu tür temasların, Türkiye–Çin ilişkilerinin kurumsallaşma sürecinde olumlu bir rol oynayacağı açıktır. Bu açıdan yaklaşıldığında tüm sınırlılıkların ve sınamaların ötesinde iki ülkenin sistem düzeyinde geliştirdiği ortak söylem dili ilişkilerin geleceğine katkı sağlayacak en kritik unsurlardan biri olarak öne çıkmaktadır.
***
Yazar hakkında
DİREN DOĞAN KİMDİR?
Diren Doğan, 1994 yılında Alanya’da doğdu ilk ve orta öğrenimini Atatürk ilkokulunda bitirmesinin ardından Alanya Anadolu lisesine başladı. Daha sonra lisans öğrenimini tamamlamak üzere Süleyman Demirel Üniversitesi Uluslararası İlişkiler programındaki eğitimine başladı. Aynı üniversitede yüksek lisans tezini savunarak Uluslararası İlişkiler uzmanı oldu. Doktora eğitiminin ilk yılında Dışişleri Bakanlığı bursu ile araştırma yapmak üzere Tayvan da bulundu. Çalışma alanları Asya-Pasifik bölgesi ve hibrit tehditler üzerine yoğunlaşmaktadır. Kendisi halen Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesinde Öğretim Görevlisi olarak akademik çalışmalarını sürdürmektedir.