Gazeteci Feyza Gümüşlüoğlu, Körfez ülkeleri açısından 2025’in bilançosunu değerlendirdi…
* Gazeteci Feyza Gümüşlüoğlu, Körfez ülkeleri açısından 2025’in bilançosunu, ABD’nin bölgeden çekilen güvenlik rolü ve artan kırılganlıklar çerçevesinde Fokus+ için kaleme aldı.
* İşte detayı!…
TÜHA / TÜRKUAZ İnternational News Agency
Gazeteci Feyza Gümüşlüoğlu
ANKARA, 01 OCAK 2026
Geride bıraktığımız 2025 yılı, Körfez ülkeleri
açısından bölgedeki krizlerin kendilerini nasıl da yakından ilgilendirdiğini anlama açısından aydınlanma yılı olduğu kadar, aynı zamanda uzun süredir dile getirilen “Körfez Anı” (Gulf Moment) söyleminin test edildiği de bir yıl oldu. Ekonomik kapasitesi, uluslararası arenada diplomatik görünürlüğü ve küresel sistemle kurduğu güçlü ilişkileri sayesinde Orta Doğu’da ağırlığını artırdığı düşünülen Körfez, bu yıl yaşanan gelişmelerle birlikte şu temel soruyla karşı karşıya kaldı: Artan güç, ortak bir stratejiye ve kalıcı bir etkiye dönüşebiliyor mu?
Bu sorunun arka planına, Washington’ın Orta Doğu’ya bakışındaki yapısal değişimi de yerleştirmek, resmi daha iyi görmeye yardımcı olabilir. ABD’nin son yayımladığı Ulusal Güvenlik Stratejisi (NSS) uzun bir aradan sonra ilk kez Orta Doğu’yu öncelikli dış politika alanları arasında saymayarak, öncelik dışı bir ‘yatırım alanı’na indirgedi.
ABD Başkanı Donald Trump’ın stratejik akla sahip bir devlet adamından ziyade tüccar yaklaşımının izlerini taşıyan strateji belgesi, bölgeye yönelik yaklaşımın artık güvenlik temelli bir angajmandan ziyade, sınırlı çıkarlar ve ekonomik anlaşmalar çerçevesinde şekilleneceğini ortaya koydu. Trump’ın ikinci başkanlık döneminin ilk yurt dışı ziyaretini mayıs ayında Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni (BAE) kapsayacak şekilde Körfez’e yapması; milyar dolarlık anlaşmalar ve devasa yatırım taahhütleri, bölgeye bakışın en net göstergesiydi. Avrupa ve Latin Amerika dışındaki bölgeler için çizilen bu çerçevede Orta Doğu, askeri ve ideolojik önceliklerden büyük ölçüde çıkarılmış görünüyor.
Bu yeni tablo, Körfez açısından kritik bir gerçeği daha görünür kıldı: ABD’nin bölgeye yönelik güvenlik garantisi artık varsayılan, tabiri caizse “cepte” bir sabite değil. İsrail’in güvenliği konusunda süregelen istisna dışında, Körfez ülkeleri için her koşulda geçerli otomatik bir Amerikan koruması söz konusu değil. Nitekim bu durum son olarak 9 Eylül’de İsrail’in Katar saldırısı ile en net şekilde kendisini gösterdi. Öte yandan enerji arzı da artık bu ilişkinin merkezinde yer almıyor; zira ABD artık dünyanın en büyük petrol üreticisi ve net ihracatçısı konumunda.

Güvenlik konusuna dönersek, aslında Körfez’in 9 Eylül’de sert bir biçimde yüze çarpan bu gerçekle yüzleşmesi 2025’e özgü değil. 2019 yılında Yemenli Husilerin Suudi Arabistan’daki petrol tesislerine düzenlediği saldırılar, Washington’ın sınırlı tepkisi nedeniyle Körfez başkentlerinde ciddi bir kırılmaya yol açmıştı.
Saldırıların ardından Suudi petrol üretiminin neredeyse yarısının geçici olarak durması ve ABD’nin askeri caydırıcılık göstermemesi, Körfez ülkelerinin Amerikan güvenlik şemsiyesine duyduğu güveni derinden sarstı. Aynı dönemde İran destekli saldırıların Abu Dabi’yi de hedef alması, bu güvensizliği daha da pekiştirdi.
Söz konusu güvensizlik, özellikle Suudi Arabistan öncülüğünde Körfez’in İran’la gerilimi düşürme ve diyalog kurma arayışına yönelmesinin zeminini oluşturdu.
Diplomatik açılımlar, güven artırıcı adımlar ve bölgesel tansiyonu kontrol altına alma çabaları bu dönemde hız kazandı. Ancak 2025 yazında yaşanan gelişmeler, bu denge politikasının da ne kadar kırılgan olduğunu ortaya koydu.
İsrail’in İran’a yönelik saldırıları, 12 gün süren savaş ve ardından ABD’nin sürece dahil olması, Körfez için adeta bir stres testi niteliği taşıdı. İbrahim Anlaşmaları’nı imzalayan -BAE gibi- ülkeler hem Washington’la ilişkilerini koruma hem de bölgesel kamuoylarının tepkilerini yönetme arasında sıkıştı.
İran’ın ABD saldırılarına misilleme olarak Katar’daki Amerikan askeri üssünü hedef alması ise Körfez’in bu gibi çatışmalardan muaf kalmasının neredeyse imkansız olduğunu gösterirken, ‘tarafsız kalma’ stratejisinin sınırlarını da ortaya koydu.
Gazze dosyası 
Gazze savaşı, Körfez’in bölgesel liderlik iddiasının en fazla sorgulandığı başlıklardan biri oldu. İsrail’in Gazze’de yürüttüğü operasyonlara ve katliama karşı Körfez ülkelerinin tutumu, geçmiş dönemlerle kıyaslandığında daha temkinli ve mesafeli kaldı.
Mısır’ın hazırladığı, Filistinlilerin Gazze dışına zorla çıkarılmasını reddeden ve ateşkesi merkeze alan plan karşısında Körfez’in belirgin bir öncülük sergilememesi dikkat çekti. Hatta bazı Körfez liderlerinin, Kahire’nin düzenlemeyi planladığı Gazze konferansına mesafeli durması, bölgesel rol tartışmalarını derinleştirdi.
Sonrasında Körfez ülkelerinin, Washington’ın öncülüğünde şekillenen ve İsrail’in güvenlik önceliklerini merkeze alan planlara destek vermesi, bu eleştirileri daha da artırdı. Ancak sahaya bakıldığında, planın uygulanabilirliğini sağlayan aktörlerin yine Mısır, Katar ve Ürdün olduğu görüldü.
Bu tablo, Filistin meselesinin Körfez açısından artık ikincil bir dosya haline gelip gelmediği sorusunu gündeme getirdi. Oysa Orta Doğu’da bölgesel ağırlık iddiası olan hiçbir gücün, Filistin meselesini tamamen göz ardı etmesi mümkün değil.
Enerji alanında da 2025, Körfez için alışılmış dengelerin bozulduğu bir yıl oldu. ABD’nin günlük 13 milyon varili aşan petrol üretimi ve net ihracatçı konumu, Körfez petrolünün stratejik önemini ciddi biçimde azalttı. Avrupa’nın Rus enerji kaynaklarından uzaklaşmasında Amerikan petrol ve gazının oynadığı rol, bu dönüşümün en somut göstergesi oldu. Körfez’den Avrupa’ya anlamlı ölçekte LNG sağlayabilen tek ülke Katar olarak öne çıktı.
Enerji artık Körfez ile ABD arasında bir ortak çıkar alanı olmaktan ziyade, bir rekabet başlığına dönüşmüş durumda. Washington düşük petrol fiyatlarını tercih ederken, özellikle Suudi Arabistan düşük fiyatlardan mali açıdan zarar görüyor. OPEC içindeki uyum da bu süreçte zayıfladı.
Suudi Arabistan’ın örgüt üzerindeki belirleyici etkisi eski gücünü yitirirken, BAE üretim kotaları konusunda Riyad’la karşı karşıya geldi. Katar’ın 2019’da OPEC’ten ayrılması, bu parçalanmanın erken işaretlerinden biri olarak geriye dönüp bakıldığında daha anlamlı hale geliyor.
Siyasi ve askeri dosyalarda da benzer bir ayrışma söz konusu. Yemen, Suudi Arabistan ile BAE arasındaki örtük rekabetin en net hissedildiği alan olmaya devam ediyor. Güneyde BAE destekli unsurlar fiili bir bölünmeye doğru ilerlerken, Suudi Arabistan’ın desteklediği “meşru hükümet” sahadaki etkisini büyük ölçüde kaybetmiş durumda. Kuzeyde ise İran destekli Husiler tek belirleyici güç konumunda.
Körfez içindeki görüş ayrılıkları Yemen’le sınırlı değil. BAE’nin Afrika Boynuzu ve Sahra-altı Afrika’daki askeri ve lojistik varlığı, Riyad’da rahatsızlık yaratıyor. Bu rahatsızlık açık bir çatışmaya dönüşmese de Körfez içi rekabetin derinleştiğine dair güçlü işaretler veriyor. Sudan örneğinde olduğu gibi, bu ‘maceralardan’ ABD’nin de her zaman memnun olmadığı görülüyor.
2025 yılı sonu itibarıyla Körfez geneline bakıldığında iki
katmanlı bir yapı dikkat çekiyor. Suudi Arabistan, BAE ve Katar daha aktif bir bölgesel rol arayışındayken; Bahreyn ve Kuveyt iç meselelerine odaklanıyor. Umman ise geleneksel tarafsızlığını korumaya çalışsa da Yemen’in güneyinde yaşanabilecek olası gelişmeler Muskat yönetimi için yeni riskler barındırıyor.
2026’ya girerken Körfez’i önümüzdeki dönem daha da zorlayabilecek bir tablo söz konusu: İran-İsrail geriliminin yeniden tırmanma ihtimali masada duruyor.
Yemen’de çatışmaların yeniden alevlenmesi halinde, geçmişte kurulan koalisyonun bu kez yeniden oluşturulup oluşturulamayacağı belirsiz. Lübnan, Suriye, Sudan ve Libya’daki kırılganlıklar ise Körfez’in etki alanı içinde kalmaya devam ediyor.
İkinci kez Trump yönetimi altındaki ABD’nin bölgeden kademeli olarak çekildiği, angajmanını daralttığı bir dönemde Körfez ülkeleri hem daha görünür hem de daha savunmasız bir halde. 2025, Körfez için bir “sahne bizim” anından çok, gücün sınırlarını, iç çelişkilerini ve ortak bir vizyon eksikliğini ortaya koyan bir yıl oldu. 2026, bu sınamaların daha da sertleşebileceği bir yıl olabilir.
7 Ekim sonrası konjonktürde giderek İran’dan daha öncelikli ve öngörülemez bir tehdit haline gelen İsrail’in atacağı adımlar; olası yeni bir İsrail saldırısı karşısında İran’a yönelik tutumun ne olacağı, İsrail’le normalleşme dosyasının geleceği, Gazze’de Hamassız bir senaryonun akıbeti, Trump yönetimi altındaki ABD’nin güvenilirliği, Amerikan güvenlik şemsiyesi korunurken Türkiye ve Pakistan gibi bölgesel güçlerle savunma ilişkilerinin güçlendirilmesi —tüm bunlar olurken geçmişte yaşanan Körfez içi krizlerin yeniden su yüzüne çıkmayıp içerideki işbirliği ve uyum ortamının korunması— yeni yılda da Körfez gündeminde belirleyici başlıklar olmaya devam edecek gibi görünüyor.
***
Yazar hakkında