Fırtınalı bir dönemde AB dönem başkanlığını devralan Danimarka’yı neler bekliyor?

* Danimarka, AB Konseyi’nin 6 aylık dönem başkanlığını devralırken güvenlik gündemin en üst sırasına yerleşti.
* Detayı bültenimizde!…
TÜHA/TÜRKUAZ İnternational News Agency
Gazeteci* Jorge Liboreiro, EuroNews
DANİMARKA, 02 TEMMUZ 2025 – AB Konseyi’nin 6 aylık dönem başkanlığını resmen devralan Danimarka’nın iki temel önceliği var: güvenlik ve rekabet gücü.
Bu görev genelde zorlu bir mücadele oluyor ancak Avrupa Birliği’nin (AB) bugün karşı karşıya olduğu aşırı belirsizlik ve dalgalanma nedeniyle çok daha çetin hale gelecek.
Danimarka Başbakanı Mette Frederiksen karşılama mesajında, “Avrupa kritik bir dönüm noktasında,” dedi. “Özgürlüğümüzü güvence altına alan ve refahımızı sağlayan dünya artık kendiliğinden var olacakmış gibi düşünülemez.”
Ülke, Polonya’dan devraldığı pek de imrenilesi olmayan “dürüst arabulucu” unvanıyla, diğer 26 üye ülke arasında başlıca hakemlik rolünü üstleniyor; karmaşık ve gergin tartışmaları yumuşatıyor, zorlu uzlaşma metinleri hazırlıyor ve yasaları müzakere etmek üzere Avrupa Parlamentosu ile yüz yüze görüşmeler yapıyor.
Danimarkalılar için bu, dönem başkanlığını 8’inci kez üstlenmeleri anlamına geliyor. Pragmatik, etkin ve soğukkanlı operatörler olarak Brüksel’deki itibarları, başkentler arasındaki keskin ve çoğu zaman inatçı bölünmelerin üstesinden gelmek için iyi bir işaret.
İşte Danimarka başkanlığı hakkında bilmeniz gerekenler:
Ticaret savaşları
Danimarka’nın başkanlık döneminin sorunsuz mu geçeceği yoksa kaosa mı sürükleneceği Brüksel’e değil, 6 bin kilometre ötedeki bir şehre bağlı olabilir.
Donald Trump’ın Washington’a dönüşü, Avrupalıları derinden sarstı ve onları, öngörülemez başkanın yarattığı sarsıntılara karşı kendilerini korumaya yönelik refleksif bir tutum almaya zorladı. Örneğin, ticaret alanında Trump, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan ekonomik düzeni, kapsamlı ve yaygın gümrük tarifeleriyle tek taraflı olarak yeniden şekillendirmeye çalışıyor.
Avrupa Komisyonu hala en kötü senaryo olan yüzde 50 gümrük vergisinden kaçınmak için 9 Temmuz’daki son tarihten önce Beyaz Saray ile bir ön anlaşmaya varılabileceğini umuyor. Ancak anlaşma beklentilerin altında kalırsa – ya da hiç anlaşma olmazsa – yürütme Amerikan yapımı ürünlere karşı misilleme tarifeleriyle karşılık vermeye hazırlanıyor.
Danimarka, AB Konseyi dönem başkanlığını yürütürken, 27 üye ülkenin Komisyon’un arkasında birleşmesini ve tek ses olmasını sağlamakla görevli olacak. Bu, Danimarka’nın alışık olmadığı bir rol zira ülke geleneksel olarak serbest ve açık piyasaların savunucusu. İhracat, ülke GSYİH’sinin neredeyse yüzde 70’ini oluşturuyor ve Lego, Ozempic, Carlsberg gibi ikonik markalar dünya çapında satılıyor.
Ancak Danimarka için Trump sadece ticari bir rahatsızlık kaynağı değil, aynı zamanda varoluşsal bir tehdit teşkil ediyor: Bu yılın başlarından beri ABD Başkanı, Danimarka Krallığı’nın yarı özerk bölgesi olan Grönland’ı ele geçirmek için askeri güç veya ekonomik baskı kullanma ihtimalini dışlamadığının sinyalini vermekten çekinmedi.
Zorlu uzlaşı
Danimarka, AB’nin sayısız uluslararası krizle kuşatıldığını hissettiği bir dönemde başkanlığı üstleniyor. Bu krizler arasında Rusya’nın Ukrayna’da devam eden savaşı da yer alıyor.
Rus işgalinin başlangıcından itibaren Danimarka, Ukrayna’nın güçlü bir destekçisi oldu ve en büyük askeri yardım bağışçılarından biri haline geldi. Kiel Dünya Ekonomisi Enstitüsü’ne göre Danimarka, Fransa, İtalya, İspanya ve Polonya gibi büyük ülkeleri geride bırakarak bireysel olarak 8,60 milyar euroluk silah ve mühimmat yardımında bulundu.
Danimarka dönem başkanlığı, AB düzeyinde bu teslimatları arttırmaya ve Trump yönetimi tarafından sağlanan ve azaltılan yardımı telafi etmeye hevesli. Aynı zamanda Kremlin’i sıkıştırarak savaş makinesini felce uğratmaya kararlı.
Başkanlık bu noktada sarsıntılı bir başlangıç yaptı: Slovakya , Rus fosil yakıtlarının kullanımının aşamalı olarak durdurulmasıyla ilgili bir anlaşmazlık nedeniyle 18’inci yaptırım paketini veto etti. Başbakan Robert Fico, mali “tazminat” talebinde bulunurken, Brüksel’in zor durumdaki bütçesinde bu ani talebi karşılamak için çok az yer kalmış gibi görünüyor.
Danimarka, resmi programın “jeopolitik bir gereklilik” olarak tanımladığı bir diğer öncelikli konu olan genişleme konusunda bir başka veto ile karşı karşıya kalacak.
Macaristan, Komisyon’un savaştan zarar görmüş ülkenin müzakereleri başlatmak için tüm kriterleri yerine getirdiği sonucuna varmasına rağmen Ukrayna ile müzakere kümelerinin açılmasını engellemeye devam ediyor. Geçtiğimiz hafta Başbakan Viktor Orban, tek başına veto etmesini haklı göstermek için AB zirvesine tartışmalı bir ulusal istişarenin sonuçlarıyla geldi.
Çıkmaz o kadar kökleşmiş durumda ki, yetkililer ve diplomatlar, Moldova’nın Ukrayna’dan ayrı değerlendirilmesi fikrini düşünmeye başladı. Böylece Moldova beklerken, Ukrayna’nın AB’ye katılım sürecinde ilerleme kaydetmesi mümkün olacak.
Artık tutumlu değil
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, AB’nin yakın tarihindeki en görkemli siyasi yeniden icatlardan birini başlattığı için takdir edilebilir.
2020 yılında Mette Frederiksen, benzer görüşteki küçük bir lider grubuna katılarak bir sonraki çok yıllı bütçede mali disiplin ve temkinli harcamayı savundu. Bu bütçe, tarihe geçen COVID-19 kurtarma fonuyla birlikte hazırlanıyordu. Böylece “Cimri Dörtlü” ortaya çıktı: Danimarka, Hollanda, Avusturya ve İsveç, Fransa ile Güney Avrupa’nın benimsediği genişlemeci vizyona karşı durdu. Aradan 5 yıl geçti ve Frederiksen taraf değiştirdi.
Geçen ay yaptığı açıklamada Frederiksen, “Danimarkalılar olarak bütçe müzakerelerinde her zaman sert olacağız,” dedi. “Ancak Tutumlu Dörtlü’nün bir parçası olmak artık bizim için doğru yer değil.”
Ona göre, Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaş bloğun mali denklemini geri dönülmez bir şekilde değiştirdi ve yeniden silahlanmayı “diğer tüm önceliklerin ve diğer tüm ilkelerin” önüne koydu. Eğer AB kendini savunacak kapasiteyi geliştiremezse, “işte o zaman oyunun biteceği” uyarısında bulundu.
Frederiksen bu değerlendirmesinde yalnız değil. Ursula von der Leyen de önce güvenlik anlayışını benimsedi ve yaz tatilinden önce sunacağı bir sonraki çok yıllı bütçenin (2028-2034) merkezine savunma harcamalarını koyması bekleniyor.
Bu da Danimarka’nın önerilen bütçeyle ilgili tartışmayı başlatabileceği, üye devletler arasında nabız yoklayabileceği ve ilk kırılma noktalarını belirleyebileceği anlamına geliyor. Örneğin Almanya, kalıcı olarak ortak borçlanmayı şimdiden reddetti.
Avrupa Politika Merkezi (EPC) Genel Müdür Yardımcısı Janis Emmanouilidis, “Geçmişte sahip olduğumuz kategoriler hala mevcut, yani tutumlular diğerlerine karşı. Ancak gruplar değişiyor, kimlerin tutumluluğun bir parçası olduğu değişiyor,” diyor.
“Birçok şey diğer üye devletlerin (Danimarka gibi) hala tutumlu bir yaklaşım sergileyen diğer ülkeler üzerinde baskı oluşturmasına bağlı olacaktır.”
Kırmızıya karşı yeşil
Bürokrasinin azaltılması Brüksel’de hakim eğilim haline geldi. Komisyon’un ekonomik gündemi, düzenlemeleri basitleştirmeye, idari yükü azaltmaya ve şirketler ile yatırımcıların iş yapmasını kolaylaştırmaya odaklanmış durumda.
Birçok lidere göre, bu büyük hamle, Yeşil Mutabakat’ın zararına olacak. Almanya Başbakanı Friedrich Merz, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni ve Polonya Başbakanı Donald Tusk, bazı çevre yasalarının tamamen yürürlükten kaldırılması için açıkça çağrıda bulunanlar arasında.
Danimarka bu yaklaşıma katılmıyor ve yeşil dönüşümün rekabetçi bir ekonomiyle el ele gidebileceğini, refahı artırabileceğini ve yüksek kaliteli istihdam yaratabileceğini düşünüyor.
Bu argüman pek de şaşırtıcı değil: İskandinav ülkesi, sera gazı emisyonlarını hızla azaltırken ve ithal edilen fosil yakıtların yerine yenilenebilir enerji, özellikle de açık deniz rüzgar çiftlikleri kurarken büyüme ve yeniliği teşvik etmeyi başardı. Frederiksen bir niyet beyanı olarak Komisyon Üyeleri Kolejini, dünyanın yeşil metanolle çalışabilen ilk konteyner gemisi Laura Maersk’i ziyaret etmeye davet etti.
Ancak AB’nin sağa kayması ve Yeşil Anlaşma’ya karşı tepkilerin gün geçtikçe yoğunlaşması nedeniyle başkanlık yakında kendisini küçülen bir azınlık içinde bulabilir.
Danimarkalı olmak
Danimarka’nın kendisini ana akımın tam içinde bulduğu bir politika alanı var: göç.
On yıllardır AB göç kurallarından muaf tutulması sayesinde ülke, normlardan saparak sığınmacı sayısını azaltmak ve nispeten homojen bir nüfus sağlamak için son derece kısıtlayıcı tedbirler alabildi.
Başlangıçta tartışmalı olan “Danimarka modeli,” liderlerin övgüsünü ve politika yapıcıların ilgisini kazanarak blok genelinde giderek daha popüler hale geldi.
Merz geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, “Danimarka’nın son yıllarda başardıkları gerçekten örnek teşkil ediyor ve birlikte Avrupa Birliği’nde yeni ve daha katı iltica kurallarına doğru ilerliyoruz,” dedi.
Komisyon uzun süredir devam eden tereddütlerini bir kenara bıraktı ve artık düzensiz göçü yönetmek için, reddedilen başvuru sahiplerinin nakledilmesi için uzak ülkelerde sınır dışı etme merkezlerinin inşası da dahil olmak üzere “yenilikçi çözümlerin” araştırılması konusunda tamamen hemfikir.
Kopenhag kendini bu konuda haklı görüyor ve dış kaynak kullanımı lojistik, mali ve hukuki sorunlarla boğuşsa da dönem başkanlığını süreci ilerletmek için kullanmaya hevesli.
Danimarka Mülteci Konseyi (DRC) AB Direktörü Celine Mias, “Danimarka’nın göç kontrol modeli, sığınmacıları gelmekten caydırmayı amaçladığı için altın standart ve taklit edilmeye değer olarak tanıtılıyor,” dedi. “Siyasi rüzgarlar değişebilir ancak hukukun üstünlüğü ile sığınmacı ve mültecilere yönelik değerlerimiz ve yükümlülüklerimiz değişmemelidir.”