*Hunlar’dan Altın Ordu’ya, Osmanlı’dan Günümüze Uzanan İzler…
Bu ülkeler, Atilla’nın Hun İmparatorluğu ile Avarlar, Berendiler, Peçenekler, İdil Bulgarları, Hazarlar ve Altınordu Devleti kanalıyla Türkleşmişler midir?
Fransa’da Atilla izleri, Macaristan’da Atilla’nın torunları Sekeller, Gülbaba ve Şehitlik…
Cem Sultan’ın Fransa’da 5 yıl barındığı şatodaki hazin hikâyesi
TÜHA / TÜRKUAZ İnternational News Agency
Gazeteci-Yazar* Mustafa SALMAN
KOCAELİ, 24 EYLÜL 2025
İlhan KARAÇAY araştırdı ve yazdı:
Birçok insan Baltık ülkeleri ile Ukrayna, Macaristan ve Kırım’ın sadece iki yerli halktan oluştuğunu sanmaktadır. Ancak bu ülkelerde yaşamakta olan sayısız benzersiz milletlerden insanlar, Karaylar, Karayit Yahudiliğinin Türkçe konuşan üyelerindendir. Karayların kökeni hakkında iki anlatım vardır. İlki ve en yaygın olanı, Karayit inancına sahip Türkler oldukları söylenmektedir. Kırımçaklar, Ortodoks Yahudiliğin Türkçe konuşan temsilcileridir. Kırım Tatar dilinin değiştirilmiş bir formu olan Kırımçak dilini konuşmaktadırlar.
“Baltık ülkeleri ile Ukrayna, Macaristan ve Kırım’ın Türklük ile olan ilgileri nedir?” sorusu, basit bir tarih merakıyla açıklanamaz. Hunlar, Avarlar, Peçenekler, Hazarlar, İdil Bulgarları ve Altın Orda üzerinden şekillenen uzun bir tarihsel süreçten söz ediyoruz. Bu coğrafyada bazen devlet kurucu, bazen göçebe akıncı, bazen de bir kültürel iz bırakıcı olarak görünen Türk toplulukları, farklı dönemlerde farklı ağırlıklarda sahneye çıktılar. İşte bu sebeple ben de Macaristan’a ve Fransa’ya giderek yerinde gözlemler yaptım, röportajlar gerçekleştirdim.
HUNLAR VE ATİLLA: AVRUPA’NIN İLK TÜRK ADIMLARI
Hunların batıya yönelen hareketi Avrupa’nın siyasi yapısını değiştirdi. Atilla’nın seferleri, hem Roma dünyasının çöküşünü hızlandırdı hem de bugünkü Macaristan topraklarında kalıcı bir belleğin oluşmasına neden oldu.
FRANSA’DAKİ İZLENİMİM:
Araştırma için gittiğim Fransa’nın doğusunda, Turquestein adlı küçük bir köyde, “Atilla’nın Otağı” olarak bilinen bir alan var. Burada bir vakıf, Atilla’nın ordusunu konaklattığı yerleri yaşatmaya çalışıyor. Vakıf başkanı bana şunları söyledi:
“Burası Atilla’nın otağıdır. Biz burayı yıllardır tanıtıyoruz ama ilk kez Türkler geldiğinde gözlerimiz yaşardı. Çünkü onlar, ‘Demek ki bizim atamız buralardan geçmiş’ dediler.”
MACARİSTAN VE SEKELLER: ATİLLA’NIN TORUNLARI
Hun mirasının en güçlü şekilde sahiplenildiği ülke Macaristan’dır. Macar ulusal belleğinde Atilla önemli bir figürdür. Transilvanya’da yaşayan Sekeller (Szekler) ise kendilerini doğrudan Atilla’nın torunları olarak tanımlar.
Macaristan’daki İzlenimim:
Transilvanya bölgesine gittiğimde, bir Sekel köyünde yaşlı bir öğretmen bana şu sözleri söyledi:
“Bizim atalarımız Atilla’nın yanında savaşan Hun askerleriydi. Onlar buradan ayrılmadı. Bu yüzden biz kendimizi Macar değil, Atilla’nın torunları sayarız.”
Transilvanya’da bir Sekel köyünden görüntü. Evlerin bazılarında hâlâ Göktürk alfabesine benzeyen yazılar ve mavi zemin üzerinde güneş–hilal motifli bayraklar görülüyor.
TURAN KURULTAYI: HUN–TÜRK BULUŞMASININ MODERN SAHNESİ
Macaristan’ın Bugac kasabasında düzenlenen Turan Kurultayı, adeta Hun mirasının çağdaş bir şöleni. Burada Türk dünyasından gelen topluluklarla Macarlar aynı otağın altında buluşuyor.
Macaristan’daki İzlenimim:
Kurultay alanında yüzlerce otağ kurulmuştu. Atlı gösteriler, ok yarışları, Orhun Yazıtlarının replikaları sergileniyordu. Yanımda duran genç bir Macar bana şunları söyledi: “Biz Macarlar Atilla’nın torunlarıyız. Türklerle aynı otağın altında olmak bizim için bir bayramdır.”
Bugac’taki Turan Kurultayı’ndan bir sahne. Otağlar, atlı gösteriler ve şaman davulu eşliğinde Hun–Türk kardeşliği yeniden canlanıyor.
BUDAPEŞTE’DE OSMANLI İZLERİ: GÜL BABA VE ŞEHİTLİK
Hun ve Macar mirasının yanı sıra, Osmanlı da Macaristan’da derin izler bıraktı. 1526’dan 1699’a kadar Budin ve Peşte Osmanlı hâkimiyetinde kaldı. Bu dönemin en sembolik figürlerinden biri Gül Baba’dır.
Macaristan’daki İzlenimim:
Budapeşte’de Gül Baba Türbesi’ni ziyaret ettiğimde, orada dua eden bir Macar kadın bana şunu söyledi: “Ben Müslüman değilim ama Gül Baba bizim için de bir azizdir. Macarlar onu sever, çünkü barış ve hoşgörü getirmiştir.”
Budapeşte’deki Gül Baba Türbesi. Sadece Türkler değil, Macarlar da onu “barışın dervişi” olarak sevgiyle anıyor.
Türk şehitliği
Aynı şehirdeki Türk Şehitliği’nde ise Birinci Dünya Savaşı’nda Galiçya Cephesi’nde şehit düşen 480 askerimizin mezarları var. Burada yapılan törenler, Türk–Macar dostluğunun en somut hatırası olarak karşımıza çıkıyor.
Budapeşte Türk Şehitliği. 480 Osmanlı askeri burada ebedî istirahatte. Her yıl düzenlenen anma törenleri Türk–Macar dostluğunu pekiştiriyor.
UKRAYNA VE KIRIM: TÜRK TOPLULUKLARININ İZLERİ
Ukrayna ve Kırım, Hunlardan Altın Orda’ya kadar pek çok Türk topluluğuna ev sahipliği yaptı. Kırım Hanlığı uzun süre Osmanlı’ya bağlı kaldı. Bugün hâlâ Gagauz, Urum, Karay ve Kırım Tatarları bu coğrafyada yaşıyor.
Genel Not:
Ukrayna’da yaptığım görüşmelerde, özellikle Gagauz kökenli aileler Türkçe’nin farklı lehçelerini konuşuyor ve “biz Türk’üz” demeyi sürdürüyorlardı. Ancak günümüz siyasetinde bu kimlik çoğu zaman gölgede kalıyor.
Ukrayna’daki Gagauz köylerinden bir manzara. Dil ve kültür hâlâ yaşayan en güçlü bağ.
Fransa’da Atilla’nın otağı gibi tarihsel bir iz var ama bu, sadece bir anıdan ibaret. Fransa toplumunda kalıcı bir Türk izi bulunmuyor.
Buna karşılık Macaristan’da durum çok farklı. Sekellerin köken iddiaları, Turan Kurultayı’ndaki coşku, Budapeşte’de Gül Baba ve Türk Şehitliği gibi mekânlar; bu ülkede Türklükle ilgili bir hafızanın hâlen yaşadığını gösteriyor.
Ukrayna ve Kırım’da ise tarih boyunca Hunlardan Altın Orda’ya, Osmanlı’dan Kırım Tatarlarına kadar süren bir Türk varlığı bugün hâlâ topluluklar hâlinde kendini koruyor.
Dolayısıyla, Fransa hariç bu ülkelerde yaşayan insanların Türklükleri ile ilgisinin günümüzde de canlı olduğunu; kimlik, kültür ve hafıza üzerinden sürdüğünü söyleyebiliriz.
YAY ÇEKEN BÜTÜN HALKLARIN BULUŞTUĞU TURAN KURULTAYI (FESTİVALİ)
Turan Kurultayı’nda Atilla’nın Hun İmparatorluğu ve Türk gelenekleri yaşatılıyor.
BUGAC (Macaristan),- Macaristan’ın Bugac şehrinde her iki yılda bir düzenlenmekte olan Hun-Turan Kurultay Festivallerinden birini izledik. Muhteşem bir şekilde gerçekleşen ve 27 Türk boyunu bir araya getiren Kurultay’da, çok sayıda Turan çadırı kuruldu ve yüzlerce atlının yaptığı gösteriler izleyicileri büyüledi.
Macar Turan Vakfı’nın organize ettiği Turan Kurultayı, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı’nın (TİKA) desteği ile yapılıyor.
Büyük Kurultay’ın 2007’deki ilk ve 2008’deki ikinci bölümleri, özüne ve formuna uygun olarak her iki yılda bir yapılmaya devam ediliyor.
Kurultay, Orta ve iç Asya, Anadolu ve Kafkaslardaki akraba ilişkilerini güçlendiriyor. Katılımcılar Macar geleneğinde olduğu gibi, akraba milletlerin belleğinde de yer etmiş olan büyük kahramanlar Attila, Bayan Kağan, Madyar Baba, Karçıg Batır ve Arpad’ı birlikte saygıyla anıyorlar.
Macar, Türk ve Hun geleneklerini korumak ve yaşatmak için kurulmuş olan ve
Hun kardeşliğini simgeleyen kurultaya, bu kez de rekor katılım oldu. Büyük ilgi gören organizasyona Macaristan, Kazakistan ve Kırgızistan’dan katılan Bakan, Milletvekili ve sanatçıların yanı sıra, Tuva Cumhuriyeti’nden Dağıstan’a, Yakutistan’dan Azerbaycan’a kadar geniş bir coğrafyadan müzik ve dans grupları katıldı. Gösteri alanında kurultaya gelen her ülkenin sıra ile bayrakları açıldı ve atlılar bu bayraklar ile izleyicileri selamladı.
Türkiye, KKTC ve Uygur bayrakları en çok alkış alan bayraklar arasında yer alırken, Kurultaydaki sanatçıların, atlıların, savaşçıların gösterileri ile ok yarışmaları üç gün boyunca devam etti. Sahnedeki ve büyük gösteri alanındaki programların yanı sıra, farklı ülkelerin çadırlarında çeşitli performanslar sergilendi ve geleneksel el sanatları ürünleri için pazarlar kuruldu.
Kurultay alanındaki Attila çadırının önünde Orhun Yazıtları’nın replikası da yer aldı. Yüz binlerce insan Göktürk alfabesi ile yazılmış dikili taşları ve Attila çadırındaki sergiyi görme imkanı buldu. Kurultaya büyük destek veren TİKA’ya katkılarından dolayı teşekkür belgesi verildi.
Kurultaydaki ortam, 500-1000’li yılların Orta Asya Turan halklarının yaşamını ve Macarlar’ın Karpat Havzası’nda yurt tutuşunu yansıtırken, Türkiye ve Avrupa’dan gelen Türk dernekleri çeşitli konserler verdiler.
Kurultaya 2010 yılından bu yana davet edilen ve katılan KKTC Akdeniz Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin, bu defaki organizasyona getirdiği folklor ekibinin sunduğu gösteri büyük beğeni kazandı.
Kurultayın açılışında konuşan Türkiye’nin Macaristan Büyükelçisi Şakir Fakılı’nın, ”Türk halkından kardeş Macar halkı ve kurultaya gelen tüm gruplara selam getirdim” ifadesi büyük alkış aldı.
Büyükelçi Fakılı, Macar Turan Vakfı’nın yaptığı güzel bir organizasyonla, 27 ülkeden Türk boylarını, Türk halklarını bir araya getirdiğini, organizasyonun çok başarılı bir çalışma olduğunu belirterek, “Azeriler, Özbekler, Kazaklar, Çuvaşlar, Yakutlar, çok mutlu olduk. Şenlik havasında çok güzel bir kültür etkinliğiydi. Emeği geçen herkesi kutluyorum” dedi.
Macar-Turan Vakfı Başkanı Biro Andras, atlı geçit töreni esnasında Türk bayrağı açıldığı sırada, Mustafa Kemal Atatürk’ün, yaşanılan savaşlara rağmen, Macarların ve Türklerin kardeş olduğunu ve kardeşlikte birleşilmesi gerektiği sözünü hatırlattı. Vakıf başkanının 200 bin kişilik kalabalığa seslendiği konuşmasında, “Türkiye’de 15 Temmuz’da yaşanan elim hadiselere rağmen zafer kazanan demokrasiye inanan Türk halkıdır” dedi.
İzleyici konuklardan bir grup. Bursa’dan gelen folklor grubu
Hun ve Türk kökenli kardeş ülkelerin, akraba toplulukların Bugaç’ta bir araya gelmesiyle gerçekleşen Dünya Turan Kurultayı, düzenlendiği ilk yıldan itibaren Avrupa’nın en önemli gelenek yaşatıcı festivallerinden biri olarak gösterilmektedir.
Macaristan’ın Orta Anadolu (Kayseri) Fahri Konsolosu ve Türk Macar İşadamları Derneği (TÜMİŞAD) Başkanı Osman Şahbaz (Üstteki fotoğrafta) yaptığı değerlendirmede, her yeni kurultaya katılımın bir öncekine nazaran daha kalabalık olduğunu müşahede ettiğini belirtip, ”Macaristan’ın tam ortasında, Budapeşte’den 119 km mesafede gerçekleştirilen bu kurultay, 2007 yılında başlamış olsa da 2010 yılından sonra Hun Türk halklarının buluşması şeklinde gerçekleşiyor. Macar Hükümetinin doğuya açılım stratejisi hedefleri doğrultusunda bu kurultayın da katkısının olacak. Oyunlarla, şölenlerle tarihin yeniden canlandırıldığı, Hun ve Türk kavimlerinin kaynaştığı, uluslararası işbirliklerinin geliştiği kurultayda olmaktan büyük mutluluk duyuyorum.” dedi.
Makedonya Türk Milli Birlik Hareketi Partisi Genel Başkanı Erdoğan Saraç da Kurultay’a katılanlar arasındaydı.
TURAN KURULTAYI NASIL DOĞDU?
Kurultayın ilk filizleri 2006’da, Macar Antropolog Andras Zsolt Biro tarafından atıldı. Biro, Kazakistan’dayken genetik örnekler toplayarak, analiz edip Kazakistan sınırları içinde varlığını devam ettiren Madjar kabilesi ve Karpat Havzası Macarları arasında genetik bağ olduğunu kanıtlayınca, Kurultay etkinlikleri doğdu.
Macar Turan Vakfı yetkilileri, “Artık birçok araştırmacı,Macarların antropolojik niteliklerinin ve kültürlerinin de daha çok İran ve İskitgeleneklerini yaşatan Orta Asyalı ‘Türk’ nüfuslarıyla benzerlik gösterdiğini kabuletmektedir” diyor.
EN BÜYÜK DAVULLA UYANIŞ
Kurultay gösterilerinde, göçebe savaş oyunları, atlı gösteriler, tazı-şahin yarışları, okçuluk gibi gelenekler canlandırılıyor. Demir zırh, deri kıyafetler ve kürk kalpaklar giyen katılımcılar izleyenleri adeta zamanda yolculuğa çıkarıyor. Bu defaki Kurultay’da, Orta Asya Türk kökenli 200 otağ kuruldu. 350 süvari de savaş sanatlarını sergileyerek Türk kavimlerinin geleneksel özelliklerini tanıttı. Başkent Budapeşte’nin 170 kilometre güneydoğusundaki bölgeye gelen bazı gruplar ise “Yurt” kurup kurultayı yakından takip edebilme şansı yakaladı. Kurultayda her sabah katılımcıları gün ağarırken uyandıran davul, dünyanın en büyük şaman davulu olma özelliğine sahip. Çapı 188 santimetre olan davulun çerçevesi için Sibirya kavak ağacı, derisi için de bir bütün sığır derisi kullanıldı. Kurultay sırasında düzenlenen okçuluk yarışmalarında 1226’da Doğu Tacikistan’da Cengiz Kağan’ın bir zaferi onuruna düzenlenmiş yarışmada Esunkhei adında bir okçu tarafından kırılan en uzağa atma rekoru ise sembolik de olsa (502.5 metre) kırıldı. Macar okçu 603 metrelik uzaklığı vurarak rekorun yeni sahibi oldu.
Kurultay hakkında görüşlerine başvurduğumuz Macar Turan Vakfı yetkilileri ise
amaçlarının, soydaşları ile birleşmeyi gerçekleştirmek olduğunu söyledi. Turan Vakfı Medya Başkanı Szakacs da, “Bu boy toplantısında eski atalarımızı anıyoruz. Kurultay, Macarların binlerce yıllık geleneksel efsaneleri, mitolojisi ve kendi millî şuuruna uyan gerçek Macar tarihini gösteriyor. Macar, Hun ve Türk şuuruna sahip olan halkların kaynaşmasını sağlıyoruz. Macar milletinin isteği ile hak iddiasından ortaya çıktığından dolayı Turan Kurultayı Macarların en büyük bayramı oldu” diye konuştu.
**************
İmparator Atilla’nın Avrupa seferleri ve Fransa’daki bilinmeyen otağı.
395-453 yılları arasında yaşamış olan, Avrupa Hun İmparatorluğu’nun hükümdarı Atilla, bütün Avrupa’ya dünyayı dar etmiş bir imparatordur. Hayatı boyunca, Batı ve Roma İmparatorluklarına karşı seferler düzenlemiş olan Atilla’ya, Avrupalılar tarafından ‘Tanrının Kırbacı’ denmiştir. Bu büyük imparatoru sizlere anlatabilmek için, Fransa’dan Macaristan’a kadar araştırmalar yaptık.
İşte, Büyük Hun İmparatoru Atilla’nın serüveni…
Avrupa’da Türk izlerini ararken dolaşırken, Fransa’da batıdan doğuya geçtik. Doğuda hem Turquestein, hem Turkheim ve hem de Büyük Türk İmparatoru Atilla’nın otağı vardı. Biz öncelikle, Atilla’nın otağına gitmeyi tercih ettik.
Fransa’da, Büyük Türk İmparatoru Atilla’nın, Avrupa’daki savaşları sırasında ordularını konaklattığı bu otağı bulduk. İlgiçtir ki, bu otağa giren ilk Türkler biz olduk. Zira, 10 yıl önce Fransız bir grup tarafından yaşama geçirilen ‘Atilla Vakfı’, buranın tanıtımı için çalışmalarını hızlandırmış. Buraya artık turistler akın etmeye başladı. Biz de, buraya gelen bir otobüs dolusu Alman turist ile röportaj yapma fırsatı bulduk ve Atilla’nın bilinmeyen yanlarını araştırdık.
Atilla Romalılarla ve Catalonlarla en kanlı savaşı Fransa’da yapmıştı. Tabii ki savaş öncesi araştırma yapan öncü kuvvetler, orduları en iyi ve güvenli barındrabilecekleri toprakları arayıp bulmuşlardı. İşte biz oraya gittik. 10 Yıl önce, Atilla’nın otağını dünyaya tanıtmak için bir vakıf kurmuş olan yöneticilerle görüştük. Vakfın Başkanı Sylvoin Duthoit, bizim kendilerini ziyaret eden ilk Türkler olduğumuzu belirtince çok şaşırdık. Zira tam o sırada bir otobüs dolusu Alman turist oraya gelmişti. Tabii ki ben Alman turistlerin arasına mikrofonla daldım ve Atilla hakkında neler bildiklerini sordum. Almanlar gerçekten Atilla’ya hayran olduklarını belirttiler.
Atilla’nın serüvenleri
Atilla’nın Fransalara kadar uzanan kuşatmalarını öğrenebilmek için, otağın bulunduğu bölgede yaşayan araştırmacı tarihçi İbrahim Meral’ı bulduk.
Araştırmacı tarihçi İbrahim Meral, aslında Türk olan Hun İmparatorluğu’nu ve Atilla’nın serüvenlerini şöyle anlattı :
IV. yüzyılın sonlarına doğru Balamir’in önderliğinde batıya doğru göç eden Hunlar, Kavimler Göçü’ne neden olmuşlardı. Hunların bir kısmı Doğu Anadolu’ya yönelirken, bir kısmı da Balamir’in ölümünden sonra, oğlu ya da torunu olduğu sanılan Ildız’ın liderliğinde Karpat dağlarını aşıp Macaristan’a girerek Avrupa Hun İmparatorluğu’nu kurdu.
Ildız Dönemi
Avrupa Hun İmparatorluğu’nun dış politikası Ildız zamanında belirlenmiştir. Bu politikaya göre; Bizans baskı altında tutulacak ve Cermen kavimlerine karşı Batı Roma İmparatorluğu ile işbirliği yapılacaktı. Hunların Tuna boylarında görülmesi Kavimler Göçü’nün ikinci büyük dalgasını başlattı. Bunun sonucunda Barbar Kavimleri Roma topraklarına girmeye başlayınca, Batı Roma Ildız’dan yardım istemiştir. Ildız, bir yandan Batı Roma’yı Germen (Barbar) kavimlerden kurtarmış, bir yandan da Vandal, Süev, Alan gibi Germen kavimlerini Ren Nehri ötesine, Galya’ya (Fransa) göçe zorlamıştır.
409 yılında Tuna’yı geçen ve Bizans’a gücünü göstermek isteyen Ildız, kendisiyle barış görüşmeleri yapmak için gönderilen Bizans elçisine “Güneşin battığı yere kadar her yeri zapt edebilirim” diyerek meydan okumuştur. Ildız zamanında Hunlar, Orta Avrupa’dan Hazar Denizi’nin doğusuna kadar uzanan geniş topraklara sahip olmuşlardır. Onun çalışmaları sonucunda Hunlar, V yüzyılda merkezi otoriteye sahip kuvvetli bir devlet olarak ortaya çıktılar. Ildız’ın 410 yılında ölümünden sonra yerine Karaton geçti. On yıl kadar hükümdarlık yapmış olan Karaton dönemi ile ilgili bilgiler son derece azdır.
Rua Dönemi
Karaton’dan sonra 422 yılında, Hun hükümdar ailesine mensup dört kardeşten biri olan Rua, ülaaai diğer kardeşleri Muncuk, Oktar ve Aybars ile birlikte yönetti. Rua, Bizans’ın Hun Ordusunu isyana kışkırtmak ve bağlı kavimleri Hunlardan ayırmak amacıyla, Hun topraklarına gönderdiği casusları bahane ederek Bizans üzerine bir sefer düzenledi (422). Hiç bir direniş gösteremeyen Bizans, ağır bir vergiye bağlandı. Bu sırada Batı Roma, iç karışıklıklar içinde bulunuyordu. Bu durumdan yararlanmak isteyen Bizans imparatoru II. Theodosius (408-450) İtalya üzerine ordu ve donanma gönderdi. Bu gelişmeler sonucunda Batı Roma Rua’dan yardım istedi. Hun hükümdarı Rua da, 60 bin kişilik bir kuvvetle İtalya üzerine yönelince, II. Theodosius savaşmayı göze alamadan çekilmek zorunda kaldı. Buna rağmen Bizans, fırsat buldukça Hun idaresinde yaşayan toplulukları kışkırtmaktan da geri durmuyordu. Bunun üzerine Rua, Bizanslı tüccarların Hun ülkesinde ticaret yapmalarını ve ücretli asker toplamalarını yasakladı. Bizans üzerine yapacağı yeni bir sefere hazırlanırken 434 yılında öldü. Yerine kardeşi Muncuk’un oğlu Atilla geçti.
Atilla Dönemi
Rua’dan sonra Hunların başına Atilla ve kardeşi Bleda birlikte geçtiler (434). Atilla, babasını küçük yaşta kaybettiğinden dolayı amcası Rua’nın yanında yetişmiş, birlikte savaşlara katılmış, devlet yönetimini ve Hun siyasetini öğrenme fırsatı bulmuştu. Her ne kadar büyük kardeşi Bleda ile tahtı paylaşmış ise de, tüm yetkiler Atilla’da olmuştur.
Atilla, Hun-Bizans ilişkilerini yeniden düzenlemek istiyordu. 434 yılında Atilla’nın, Rua’nın Bizans üzerine yapmayı düşündüğü ve yapamadığı sefer için hazırlıklara başladığını öğrenen Bizanslılar, ona barış elçileri gönderdiler. Hun hükümdarı Atilla da elçileri, Tuna ve Morova nehirlerinin birleştiği yerde bulunan Margos Kalesi önünde karşıladı. Atilla isteklerini, barış koşulları olarak yazdırdı. Böylece 434 yılında Bizans ile Margos Antlaşması imzalandı. Antlaşmaya göre;
– Bizans, Hunlara ödemekte olduğu vergiyi iki katına çıkaracak,
– Bizans, Hunlara bağlı kavimlerle görüşmeler ve antlaşmalar yapmayacak,
– Ticari ilişkiler sınır kasabalarında devam edecek,
– Bizans, elinde bulundurduğu Hun esirlerini iade edecekti.
Bleda’nın 445 yılında ölmesi üzerine Atilla tek başına Hun hükümdarı oldu. Atilla’nın amacı, Doğu ve Batı Roma imparatorluklarını egemenliği altına almaktı.
Atilla’nın Batı Roma’ya Yardımı
Atilla, Margos Antlaşması’ndan sonra ülkenin doğu bölgesini denetimi altına aldı. Volga boylarındaki Ak-Oğurların ayaklanmalarını bastırarak itaat altına aldı (435). Bu sırada iç karışıklıklar içinde bulunan Batı Roma, Hunlardan yardım istedi. Romalı komutan Aetyus’a yardıma gelen Hun birlikleri isyanları bastırdı. Oktar komutasındaki bir Hun ordusu Burgondlara karşı büyük bir zafer kazandı (436). Bu savaş ile ilgili olarak zamanla efsaneler türemiş ve Almanlar’ın ünlü Nibelungen destanlarının konusunu Hun-Burgond mücadelesi oluşturmuştur.
Attila’nın Seferleri
I. Balkan Seferi (441–442)
Bizans’ın Margos Antlaşması’nın şartlarına uymaması, Bizanslı tüccarların ticari ilişkilerde sahtekârlık yaparak Hunları aldatmaları üzerine Attila, Bizans üzerine sefere çıktı. Doğu Trakya’ya kadar ilerleyen Hun ordusundan çekinen Bizans barış istedi (442). Yapılan bu antlaşmaya göre; Bizans ödemekte olduğu vergiyi artıracaktı. Ayrıca bazı sınır kaleleri ile Tuna boyundaki kaleleri ele geçiren Attila, böylece Balkanlar’ın yolunu Hun ordularına açtı.
II. Balkan Seferi (447)
Bizans’ın, Hun kaçaklarını geri vermekte ağır davranması, Hun yönetimindeki bazı Germen kavimlerini kışkırtması, yıllık vergisini ödemek istememesi gibi nedenlerden dolayı Attila, yeniden Bizans üzerine sefere çıktı (447). İkiye ayrılan Hun ordusunun bir kolu Yunanistan’a girip Teselya’ya kadar ilerledi. Attila’nın yönetimindeki diğer kol ise Sofya, Filibe ve Lüleburgaz şehirlerini ele geçirip Büyük Çekmece önlerine kadar sokuldu. Bizans İmparatoru II. Theodosius barış istemek zorunda kaldı.
Bizans elçisi Anatolyos ile Atilla arasında yapılan bu antlaşmaya Anatolyos Antlaşması denir. Buna göre;
– Bizans, ödediği yıllık vergiyi üç katına çıkaracak, Bizans, savaş tazminatı ödeyecek,
– Niş’de bir ortak pazar kurulacak,
– Tuna’nın güneyinde beş günlük mesafedeki yerler askerden arındırılacaktı.
Batı Roma (Galya) Seferi (451)
Bizans üzerinde kesin egemenlik kurduğuna inanan Attila, bu sefer de Batı Roma’ya yöneldi. Batı Roma üzerine yapacağı sefere bir bahane bulması gerekiyordu. Kendisine daha önce bir nişan yüzüğü gönderen İmparator II. Valantien’in kız kardeşi Honoria’nın (Honorya) teklifini kabul ettiğini bildirdi. Çeyiz olarak da imparatorluğun yarısını istedi. Bu isteğinin kabul edilmemesini savaş sebebi sayan Atilla Batı Roma seferine çıktı. İki ordu, Batı Roma’nın asker deposu sayılan Galya’nın Katalon Ovası’nda karşılaştı. Batı Roma ordusunun başında Aetyus (Aetius) adında bir komutan bulunuyordu. Yapılan savaş çok şiddetli geçti. Bir gün boyunca kıran kırana süren savaşın galibi belli değildir. Ancak bu savaştan sonra, Romalı General Aetyus’un gözden düşmüş olması ve bir yıl sonra Roma üzerine yürüyen Attila’nın karşısına askerî bir güç çıkaramamaları, Batı Roma İmparatorluğu’nun asker deposu durumunda olan Galya’yı saf dışı bıraktığının delilidir. Atilla’nın karşısına Roma ordusunun çıkmaması, Romalıların bu savaşta çok büyük kayıplar verdiklerinin bir kanıtıdır.
İtalya Seferi (452)
Attila, zaman geçirmeksizin destekten mahrum kalan ve iyice gözden düşen İtalya’ya, 452 yılında yüzbin kişilik bir orduyla Alpleri aşarak girdi. İtalya, Attila’nın karşısına bir ordu çıkaramadı. Roma Senatosu büyük bir korku içine düştü ve hemen barış görüşmeleri için, Papa I. Leon başkanlığında bir heyeti Attila’ya gönderme kararı aldı.
Papa I. Leon, Atilla’dan tüm Hrıstiyanlık dünyası adına Roma’yı bağışlamasını istedi. Atilla eski bir uygarlık merkezi olan Roma’yı tahripten kaçınıp, Papa’nın ricasını kabul etti ve geri döndü. Attila, Bizans’ı ve Batı Roma’yı etkisiz hale getirdikten sonra, yönünü İran’daki Sasanî İmparatorluğu’na çevirdi. Bu devletinde egemenlik altına alınması ile Hunlar dünya egemenliğini gerçekleştirebileceklerdi. Ancak, Atilla İtalya seferi dönüşünde 453 yılında öldü ve bu seferini gerçekleştiremedi.
Attila öldüğünde, Hun sınırları batıda Danimarka ve Ren Nehri’ne, doğuda ise İtil (Volga) Nehri ötesine uzanıyordu. Atilla, tarihin yetiştirdiği büyük devlet adamlarından biridir. Onun adı günümüze kadar dillerden düşmemiş, onun adına operalar bestelenmiş, filmler çevrilmiş, resimleri ve heykelleri yapılmıştır. O, güçlü bir iradeye sahipti. Ciddi ve büyük işler yapmaya yetenekli, sadeliği seven ve mütevazı bir hükümdardı.
Avrupa Hun İmparatorluğu’nun Yıkılışı
Atilla öldüğü zaman arkasında İlek, Dengizik ve İrnek adlarında üç oğul barakmıştı. Yerine geçen oğulları, devlet idaresinde başarılı olamadılar. Taht için yapılan kavgalar Hunları zayıf düşürdü. İlk olarak Hunların başına geçen İlek, ayaklanan Germen kavimleriyle savaşırken öldü (454).Yerine geçen Dengizik ise zeki idi fakat siyasî yönden yeterli değildi. Doğu Roma ile yapılan bir mücadelede o da öldü (469). İrnek, Hunların Batı ve Orta Avrupa’da tutunmalarının mümkün olmadığını anlamıştı. Bu nedenle Hunların büyük bir kısmı ile Karadeniz’in kuzeyindeki geniş düzlüklere çekildi. Hunların bir kısmı buradan Orta Asya’ya geri döndü. Bir kısmı ise Avrupa’ya doğru ilerleyen Avarlara katıldı. İrnek idaresindeki bu Hun topluluğu daha sonraları Bulgarların ve Macarların devlet olarak ortaya çıkışında önemli rol oynadılar.
Atilla- Avrupa Hun İmparatorluğu Kuruluş Tarihi – 375
Yıkılış Tarihi – 454
Kurucusu – Balamir
Başkenti – Segedin
Dili – Hun Türkçesi
Devlet Başkanı – İmparator
Avrupa Hun İmparatorluğu Hükümdarları
1) Balamir (375 – 395)
2) Ildız (395 – 410)
3) Karaton (410 – 415)
4) Muncuk (415 – 425)
5) Oktar (425 – 430)
6) Rua (430 – 434)
7) Bleda (434 – 445)
8) Attila (445 – 453)
9) İlek (453 – 454)
Atilla’ya Neden Tanrının Kırbacı Denilmiştir?
Bilindiği üzere Kavimler Göçü’yle birlikte Avrupa’ya akın akın gelen Hun Türkleri, M.S 395 yılında Macaristan merkezli Batı Hun İmparatorluğu‘nu kurmuş, Uldız ve Rua gibi bazı hükümdarların döneminde bir hayli güç kazanmışlardır. Avrupa Hunları’nın adeta yenilmezlik zırhına büründüğü dönem ise hiç şüphesiz Attila dönemidir.
Atilla, Hun tahtına geçer geçmez kısa zamanda etkisini tüm Avrupa’da hissettirmiş, hem Doğu Roma (Bizans) hem de Batı Roma’yla yaptığı savaşlarda büyük zaferler kazanarak adeta tüm Avrupa’yı dize getirmiştir. Tıpkı Büyük Hun Hakanı Mete Han gibi yenilmez bir mareşal olan Attila, Hıristiyan Avrupa Dünyası’na karşı öylesine amansız olmuştur ki, onunla baş edemeyen Romalılar onun için; “Bu Türk’ü bizi cezalandırmak için ancak Tanrı göndermiş olabilir. Atilla, olsa olsaTanrı’nın Kırbacı’dır” demişler ve ondan saygıyla karışık bir korku duymuşlardır.
Tanrının Kırbacı Atilla Nasıl Öldürüldü?
Romalıların kendisine Tanrının Kırbacı dediği büyükTürk Hükümdarı Atilla’nın ölümü üzerine çok konuşulmuş, çok şey söylenmiştir. Hayatı kadar ölümüyle de tarihçilerin ilgisini çeken Başbuğ Atilla, eceliyle mi ölmüş, yoksa sinsi bir cinayete mi kurban gitmiştir?
Yaygın bilinen bir inanışa göre, Romalılar Atilla’yla baş edemeyince dönemin Papa’sından yardım istemişler ve Papa’yı arabulucu yapmışlardır. Papa ile Atilla arasında geçen bu görüşmede Atilla’yı Hıristiyan yapıp kontrolü altına almak isteyen Papa, teslis inancından bahsedince Attila’dan şu ibretlik cevabı almıştır; “Siz şaşırmışsınız. Tanrı’nın oğlu mu olurmuş? O, tektir.”
Rivayetler konusunda bazı ihtilaflar olsa da yaygın inanış şöyledir; Atilla’nın Papa’yla görüşmesinden kısa bir süre evvel çok sevdiği bir eşi vefat etmiştir. Bu durumu bilen Papa ise, bu görüşmeye, Atilla’nın ölen eşine ikizi kadar benzeyen bir nedime getirmiştir ki, Atilla’nın bu kızı görür görmez Papa’dan istediği ve hatta Papa’nın Roma adına bazı taleplerini de Attila’ya kabul ettirdiği rivayet edilir.
Yüzü çok benzese de ruhu hiç de Atilla’nın hanımına benzemeyen bir kadın Attila’yla evlenmiş ve Atilla düğün gecesinin sabahında kanlar içinde ölü bulunmuştur. Bazıları onun zehirlendiğini, bazıları hançerlendiğini, bazıları ise uyurken dehşetli bir burun kanamasına yakalanıp, kendi kanında boğulduğunu dile getirmiştir.
Sebep bunlardan hangisidir tam olarak bilinmez ama Türk Yurdu yenilmez bir cihangirini işte böyle basit bir olay ile kaybetmiştir.
Atilla Kapısı – Bugac
Atilla’nın ölümünden sonra Karpat Havzası’nın çeşitli bölgelerini, daha önce Hunlar’a hizmet eden Germen halkları yönetimleri altına aldılar. Bu halkları Bayan Kağan önderliğinde güçlü bir orduya sahip olan İç Asya kökenli ve atlı göçebe bir millet olan Avarlar 568 yılında yenilgiye uğratmışlar. O zaman Doğu Avrupa’daki en güçlü devlet olan Avar Kağanlığını kurmuşlardır ve sonlara doğru zayıflasalar da, Macarların “yurt tutma” zamanına kadar ayakta kalmışlardır.
Atilla’nın ölümüyle Hun kavimlerinin büyük bir kısmı Doğu’ya yöneldi, Karadeniz’in kuzey kıyılarındaki steplere ve Kafkasya’nın kuzey kısmına. Daha sonra Macarlar buradan Macar kavimler birliği adıyla Batı’ya giderler ve Karpat Havza’sına kalıcı olarak yerleşirler. Burada Avrupa Macar Prensliği’ni oluştururlar. Bu devlet iyi düzenlenmiş ve olağanüstü güçlü bir orduya sahiptir. Zamanın, Orta ve Doğu Avrupa’daki en güçlü devleti haline gelirler. Macarlar Avrupa’da devasa bölgelerden vergi alır, orduları ise bugünkü İspanya sınırına kadar ulaşır.
Atilla’nın torunları Sekelleri duydunuz mu?
Moldova’ya bağlı Gagauzyeri Özerk Cumhuriyeti’nde faaliyet gösteren Umut Derneği ve Dünya Türk Gençler Birliği (DTGB) tarafından düzenlenen Uluslararası 1. Türk Halkları Kongresi’nin davetlileri arasında yer alan Levente G. Borbely en çarpıcı isimlerden biri olarak göze çarpıyordu. Zira Borbely, kendisinin bir Türk boyu olan Sekeller’den olduğunu belirtiyor. Ve halkının durumunu dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan Türk delegasyonuna anlatıyordu. Levente G. Borbely’nin anlattıkları hemen herkesi şaşırtacak… Çünkü büyük çoğunluğumuz belki de ilk kez anlatılanlardan haberdar olacak. Levente, “Sekeller, Atilla’nın 453’te ölümü ve devamında gelen Hun İmparatorluğu’nun çöküşü sonrasında Karpat Havzası’nda muhkem bîr yere çekilen 3000 Hun savaşçısının torunlarıdırlar.” diyor. Sekeller’in bir Türk boyu olduğunu vurgulayan Borbely, “Sekellerin 6 boyu ve her boyun 4 kolu vardır. Ve birçoğunun adı Türkçe’dir” şeklinde konuşuyor.
Önemli bilgiler içeren çarpıcı söyleşi şöyle devam ediyor:
Soru: Ben Sekelistan ve Sekeller hakkında fazlaca bilgi sahibi değilim. Tarih derslerinde işittiğimi düşünüyorum ama emin de değilim… Sekelistan neresi?
Cevap: Haklısınız…Sekelistan,masallardaki gibi neredeyse hiç bilinmeyen bir ülke. “Bu bölgeyi adeta efsanelerin ve yanlış bilgilerin ardına kalmış bir kara parçasının sonunda bulabilirsiniz” diyebiliriz.Ancak Sekelistan; Karpat Dağlarının doğusunda (Romanya) Transilvanya’nın batısında yer almaktadır. Yüzölçümü yaklaşık 13,500 km2 (Lübnan’dan biraz daha büyük), nüfusu ise 700,000 civarındadır.(İzlanda nüfusunun iki katından daha fazla)
Soru: Sekeller hakkında bilgi verir misiniz?
Cevap: Sekeller, Macar lehçelerinden birinin farklı ağızlarını konuşurlar; fakat Macarlardan farklı bir topluluktur.Sekeller’in inanışlarına gore; Atilla’nın 453’te ölümü ve devamında gelen Hun İmparatorluğu’nun çöküşü sonrasında Karpat Havzası’nda muhkem bîr yere çekilen 3000 Hun savaşçısının torunlarıdırlar. 895’te Macarlar gelene dek burada varlıklarını devam ettirdiler. Orta Çağın Macar vakayinameleri de Sekellerin Atilla’nın torunları olduklarını ve Macarlar geldiklerinde orada bulunduklarını kaydetmektedir.
Soru: Sekellerin Türk asıllı olduğunu sohbetimizde söylemiştiniz?
Cevap: Evet, kültürünün eski unsurları ile eski sosyal ve siyasi teşkilatlanmaları göstermektedir kî; Sekellerin kesinlikle bir Türk boyu ile bağları vardır.
Soru: Bunu neye dayandırıyorsunuz?
Cevap: Sekeller, eski Göktürk Alfabesi’ne çok benzer bir alfabe olan kendi alfabelerine sahiptirler. Milli renkleri mavidir ve üzerinde altın şansı bir güneşle gümüş rengi bir hilal olan bayrakları da gök mavisidir. Sekellerin 6 boyu ve her boyun 4 kolu vardır. Ve birçoğunun adı Türkçedir. Aynca, Sekeller Macar Ağzıyla konuşmalarına rağmen, dillerinde Macarca’dakinden daha katı bir ünlü uyumu söz konusudur. Yine bu özellik de dillerinin Türkçe ile olan ilgisini göstermektedir.
Soru: Sekeller tarihte bir devlet kurdu mu?
Cevap: 11. yy.’ın başından itibaren Sekeller önce güney sonra da batı sınırlarını korumak amacıyla çoğunlukla Transilvanya’da toplandılar. Burada teşkilatlanarak Latince olarak (zamanın resmi dili) Regnum Siculorum (Sekel Krallığı) dedikleri ülkelerini oluşturdular. 1526’da Macar Devleti’nin çökmesinden sonra Osmanlı Sultanları da Sekel Muhtariyeti’ni tanımıştır.Fakat Transilvanya’nın Macar yöneticileri daha sonra Muhtar Sekel Devleti’ni ortadan kaldırmak istediler.Bu müdahale bir takım savaşlar ve haklarını savunan Sekellerin isyanlarıyla karşılık gördü. Sekellerin bu özerk durumu Avusturya İmparatorluğu’nun 18. yy.’da Transilvanya’yı işgal etmesinden sonra daha büyük bir darbe aldı. 1848’de Avrupa’yı silip süpüren ihtilaller dalgası Transilvanya’ya ve Sekelistan’a da ulaştı.Sekeller kendi hükümetlerini kurmak istediler fakat Macarlar buna karşı çıktılar ve Sekel ileri gelenlerini Macar İhtilali’ne katılıp siyaset işlerini Macarlar’a bırakmaya ikna ettiler. Sekeller bunu kabul ettiler ve askeri güçleri ile birlikte Macarlar’a katıldılar.
Soru: Daha sonra ne gibi gelişmeler oldu, peki?
Cevap: Yeni Macar hükümetinin 1867’den sonra ilk yaptığı işlerden biri Sekelistan’ı ve diğer Sekel kurumlarını tasfiye etmek, yani resmi olarak Sekel milletinin varlığını sona erdirmek olmuştur. Bu, Macarların 1848’de onlara yardım eden Sekellere bir teşekkürleriydi. Macar siyasetçileri, “Siz Sekeller Macarca konuşuyorsunuz, öyleyse Macar olmalısınız” tezini savunuyorlardı. Sekelistan’ın parçalara ayrılmasından sonra, bölge ihmal edildi ve iktisadi olarak çöktü. Sonuç olarak birçok insan yurtdışına göç etti.
Soru: Kimliklerini koruyorlar ,yok oldular mı?
Cevap: Hayır Sekeller yok olmadılar ve kim olduklarını da unutmadılar.1877’de Türk-Rus Savaşı esnasında Sekeller, Türk ordusuna yardımcı olmak amacıyla Sekel Lejyonu adıyla bir birlik kurdular.Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun çökmesi ve Macarların ülkeyi koruyamadıklarının açıkça görülmesi üzerine Sekeller, Sekeller Cumhuriyeti’ni kurmayı denediler. Finliler, Estonyalılar, Letonyahlar, Litvanyalılar, Tatarlar gibi diğer küçük halkların yaptıkları gibi milletlerin kendi geleceklerini tayin edebilme (self determinasyon) hakkından faydalanmak istediler. Fakat, hem çöken Macaristan’ın siyasetçileri hem de Fransızlardan yardım alan işgalci Romanyalılar tarafından engellendiler. Sonuç olarak Sekelistan, Transilvanya ile beraber, Fransa ve İngiltere tarafından, onlara destek olan Romanya’ya bir ödül olarak verildi. Batılı güçler yerel halkın fikrini asla sormadılar. Batı demokrasisi Sekeller için böyle işlemiştir!
Soru: Neden?
Cevap: Muzaffer Batılı güçlerin liderleri, Avrupa’da eskisinden daha adil olacak ve milletlerin kendi geleceklerini tayin etme hakkına saygılı olacak yeni bir statüko kuracaklannı iddia ettiler. Ancak, Fransa ve Britanya’nın liderleri başta olmak üzere, Birinci Dünya Savaşı’nı başlatanlara değil Hint-Avrupalı olmayan halklara karşı yönetilmiş kinci ve ırkçı insiyaklarla hareket etmekte idiler. Britanya’nın Versay delegasyonu sekreteri Harold Nicolson’ın “Peacemaking 1919” adlı kitabındaki sözleri, yalnızca ona has olmayan bu yaklaşımı açık bir şekilde ortaya koymaktadır: “Macaristan’a karşı olan histerim daha başka idi. Bu Turanlı kabileye karşı geçmişte ve halen kuvvetli bir nefret duyduğumu itiraf ediyorum. Kuzenleri Türkler gibi bir çok şeyi yok edip hiçbir şey ortaya koymadılar”
Yani Macarlar gibi milletler, onlar için sadece Asyalı ilkel kabilelerdi. Macaristan’ı Macar nüfusunun üçte birini yabancı boyunduruk altına soktular. Sekeller de bu arada kendilerini Romenlere sunulmuş bir hediye olarak buldular.
Soru: Romanya’da yaşadıkları bilinen Sekeller şu anda ne durumdalar?
Cevap: Sekelistan hâlâ Romanya’nın baskı altındadır. Halkı, insan haklan ihlallerine, ayrımcılığa, işkencelere maruz kalmakta ve kendi toprak ve milli kaynaklarından mahrum edilmektedir. Halihazırda, Sekellerin yalnızca bir grup olarak hakları gaspedilip kendi geleceklerini tayin etme haklarını kullanmaları engellenmekte, adları da resmi olarak tanınmamaktadır. Kendi, alfabelerini kullanmaları da engellenmektedir. Dahası, Sekellerin bu vahim durumu uluslararası camia tarafından bilinmemekte ve duyulmamaktadır.
Soru: Yaşanan bu olumsuzluklara karşı bir şeyler yapılıyor mu?
Cevap: Bütün olumsuzluklara karşın Sekellerin milli uyanışı devam etmektedir ve artık durdurulamayacak bir noktaya ulaşmıştır.Bu uyanış, 1990 yılında Genç Sekeller Forumu adı altında kurulan küçük ama dirayetli bir teşkilatın Macarların haddini bilmez ve faydasız yönlendirmelerine kulak asmamaları ile başlamıştır. Toplantılarda milli Macar sembolleri yerine Sekellerin sembollerini ilk kez kullanmaya başlayanlar bunlardır. Genç Sekeller, Göktürk Alfabesi ile bağlantı olan eski Sekel alfabesini yeniden canlandırdılar. Yerleşim yerlerinin girişlerine bu alfabe ile yazılmış resmi yazılar asarak Sekellerin hâlâ var olduklarını, farklı olduklarını ve köklerini bildiklerini ortaya koydular. Bu kuruluş artık faaliyet göstermese de 1990 yılında başlatmış oldukları girişim, 2003 yılında kurulan Milli Sekel Konseyi adlı başka bir kuruluş tarafından devam ettirilmektedir.
Soru:Sekellerin talebi nedir?
Cevap: Bugün Sekelistan’da bölgesel özerklik almayı hedefleyen güçlü bir hareket var. Sekeller artık kendi geleceğini tayin etme hakkının kullanılmasının dünyanın başka yerlerinde belli bir dereceye kadar kabul edilebilir olduğunu her geçen gün daha fazla farkına varmaktadırlar.
Avrupa Hun İmparatorluğu’nun Yıkılışı
Atilla öldüğü zaman arkasında İlek, Dengizik ve İrnek adlarında üç oğul barakmıştı. Yerine geçen oğulları, devlet idaresinde başarılı olamadılar. Taht için yapılan kavgalar Hunları zayıf düşürdü. İlk olarak Hunların başına geçen İlek, ayaklanan Germen kavimleriyle savaşırken öldü (454).Yerine geçen Dengizik ise zeki idi fakat siyasî yönden yeterli değildi. Doğu Roma ile yapılan bir mücadelede o da öldü (469). İrnek, Hunların Batı ve Orta Avrupa’da tutunmalarının mümkün olmadığını anlamıştı. Bu nedenle Hunların büyük bir kısmı ile Karadeniz’in kuzeyindeki geniş düzlüklere çekildi. Hunların bir kısmı buradan Orta Asya’ya geri döndü. Bir kısmı ise Avrupa’ya doğru ilerleyen Avarlara katıldı. İrnek idaresindeki bu Hun topluluğu daha sonraları Bulgarların ve Macarların devlet olarak ortaya çıkışında önemli rol oynadılar.
**************
Yer yüzündeki ikinci Türkiye:Macaristan
YARISI TÜRK, YARISI DA MACAR OLANLARIN YAŞADIĞI MUHTEŞEM KENT: BUDAPEŞTE
Daha önceki görsel ve yazılı röportajlarımda okumuş ve görmüş olduğunuz gibi, Uzun bir süre Hun İmparatorluğu’nun boyundurluğunda kalan Macaristan’ın, uluslararası resmi adı Hungarya’dır. Yani Hun ülkesi.
Daha sonra Osmanlılar bu ülkede tam 130 yıl hükümranlık sürdü. İşte o dönemde ülke halkının yarısı, kendilerini Türk olarak hissetmeye başladılar. Şimdilerde de kendilerini Türk gibi hisedenlerin oranı yine % 50’dir.
Bu ülkenin en güzel şehri Budapeşte’dir.
Yani Buda ve Peşte.
Hun işgali ve daha sonra Osmanlı işgali sırasında, Tuna nehrinin batı yakasındaki iskân alanının adı, büyük imparator Atilla’nın kardeşi Buda’ya atfen ‘Buda’ idi. Tuna’nın doğu yakası da ‘Peşte’ olarak anılıyordu.
1526’da Kanuni Sultan Süleyman tarafından fethedilen Macaristan,1699 yılına kadar Osmanlılar’ın hakimiyetinde kaldı.
Daha sonra Almanlar’ın boyundurluğuna geçen Macaristan’ın Buda ve Peşte’si, 1849 yılında zincirli bir köprüyle birleştirildi. Böylece, Tuna nehrinin iki yakasındaki Buda ve Peşte, 17 Kasım 1873’teki birleşme ile ‘Budapeşte’ olarak tanımlandı.
TUNA NEHRİ VE KÖPRÜ: Macaristan’ın Buda ve Peşte’si, 1849 yılında zincirli bir köprüyle birleştirildi. Böylece, Tuna nehrinin iki yakasındaki Buda ve Peşte, 17 Kasım 1873’teki birleşme ile ‘Budapeşte’ olarak tanımlandı.
Şimdilerde, Avrupa’nın en güzel şehirlerinden biri olarak gözlemlenen Budapeşte’nin her köşesinde Osmanlı izlerine rastlamak mümkündür.
Tabii ki Osmanlı mutfağı da bu ülkeye zenginlik katmıştır. Öyle ki, Macarlar’ın dünyaca ünlü ve millî yemeği gulaş, aslında kul-aşı olarak Yeniçeriler’in bir yadigârıdır.
GÜL BABA
Avrupa’da, Türkler’e en çok saygı duyulan ülke Macaristandır.
Macaristan’da en çok sevilen isimlerden biri de Gül Baba’dır. Macaristan’a fetihle gelen Osmanlı dervişlerinden Gül Baba’nın türbesi, Macarlar’ın kıymet verip en çok ziyaret ettiği yerlerden biridir. Gül Baba’yı Macaristan’a gönderen Kanuni Sultan Süleyman, cenaze törenine geldi ve çok sevdiği Dervişi omuzlarında taşıdı.
Şimdi gelin, Gül Baba’yı tanıyalım.
Gül Baba’yı bize, Türk İşadamları Derneği başkanlığının yanında, Macaristan’ın Kayseri fahri Konsolosu olan Osman Şahbaz anlattı:
Asıl adı Cafer olan, Amasya Merzifon doğumlu Gül Baba, elinde tahta kılıcı, sarığında gülü eksik olmayan ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde Avrupa seferlerine katılan önemli bir Bektaşi dervişidir. Gül Baba, Kanuni Sultan Süleyman’ın daveti üzerine 1526 yılında Budin seferine de katılmış ve Budin alındıktan sonra 1531 yılında Budin’e yerleşerek orada 10 yıl yaşamıştır. Evliya Çelebi’nin anlattığına göre, 1 Eylül 1541 yılında vefat eden Gül Baba’nın cenaze namazına Kanuni Sultan Süleyman dâhil 200.000 kişi katılmıştır.
Gül Baba, sadece Türkler değil, Macarlar tarafından da çok sevilen, Budapeşte’de bulunan Türbesi ile hâlâ ismi yaşatılan önemli bir şahsiyettir. Bu sebeple Gül Baba Türbesi ve çevresinin restorasyonu, hem Türkiye hem de Macaristan tarafından önemli bir işbirliği olarak kabul ediliyor.
Gülbaba’nın sekizgen formundaki türbesi, 1543-1548 yılları arasında Budin Beylerbeyi olan Mehmet Paşa tarafından yaptırıldı. Osmanlı’nın elinden çıkan topraklar arasına katıldıktan sonra bir süre şapel (küçük kilise) olarak kullanılan türbe, Sultan Abdülaziz’in 1867 yılındaki Avrupa ziyaretinden sonra tekrar eski formuna kavuşarak 1885’te mimar Lajos Grill tarafından onarılarak türbeye dönüştürüldü.
2. Dünya Savaşı sırasında ağır hasara uğrayan türbe, 1963’te Macar hükümeti tarafından eski durumuna getirildi. Bugün Türkler kadar Macarlar tarafından da ziyaret edilen türbe, Orta Avrupa’da fonksiyonunu yitirmeden kalan önemli bir eser olma niteliği taşıyor. Türbe, 2005 de Türk- Macar hükümetlerinin işbirliğiyle Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nce restore edilerek ilk yapıldığı hale dönüştürüldü.
ŞEHİTLİK
Budapeşte’de bir de Türk şehitliği var. Her gün binlerce kişi tarafından ziyaret edilen bu şehitliğe bizi Osman Şahbaz götürdü. Osman Şahbaz ile TRT ekibi olarak gittiğimiz şehitlikte, şehitlerin ruhuna fatiha okuduktan sonra, mezarlara çiçekler bıraktık.
İşte Şahbaz’ın anlatımıyla Türk şehitliği.
1’inci Dünya Savaşı sırasında Galiçya cephesinde 1916-1917 yıllarında, Alman Güney Ordusu’na bağlı olarak görev yapan 15’inci Türk Kolordusu çok sayıda şehit vermiştir. Galiçya cephesinin yanı sıra, Macaristan’ın çeşitli bölgelerinde şehit düşen askerlerimizden bazılarının naaşları, 1926 yılında kurulan Budapeşte Türk Şehitliği’ne nakledildi.
Budapeşte Türk Şehitliği’nde 11’i meçhul asker olmak üzere, 480 şehidimiz bulunmaktadır. Şehitliğin toplam alanı 4598 m2 olup, şehit mezarlarının bulunduğu bölüm 1718 m2’lik bir alanı kapsamaktadır.
Budapeşte Kent Mezarlığı içinde duvarla çevrili ayrı bir bölüm olan ve ortasında ay-yıldızlı ‘Galiçya Şehitleri Anıtı’ tabelası yer alan Şehitliğimizin girişinde, bir plaket yer almakta ve göndere Türk Bayrağı çekilmektedir.
Her yıl, ‘18 Mart Şehitler Günü’nde Türkler tarafından, 1 Kasım ‘Ölüler Günü’nde ise Macarlar tarafından anma törenleri düzenlenmektedir.
Mustafa oğlu Osman… Resul oğlu Mehmed… Kadri oğlu Musa… Süleyman oğlu Ali gibi isimler Galiçya Şehitliği’nden birkaçıdır. Kimi 19 yaşında şehit düşmüş, kimi 20 yaşında.
ŞEHİTLERİN MEZARLARINA ÇİÇEKLER BIRAKTIK
Gördüğünüz gibi çok bakımlı ve temiz olan şehitlikte, Koca oğlu Yusuf… Karakaş oğlu Cafer… Muhsin oğlu Halil… Ahmed oğlu İbrahim… gibi isimler de ayyıldızlı bayrağın gölgesinde uyuyorlar.
Bir mezarda yatanın ise adı belli değil…
Beyaz mermerin üzerinde isim olarak iki kelime var: “Meçhul asker.”
DİKKAT ÇEKİCİ KONULAR
Macaristan’da Türkler açısından dikkat çekecek pek çok konu vardır.
Pek çok Macar’ın kendilerini Türk olarak kabul ettiklerini, yayınlamış olduğum TV programlarında izlemişsinizdir. Atilla’dan önce başlayan Hun egemenliği ve Atilla’nın bıraktığı izler, Macaristan’a ayrı bir renk katmıştır.
ESTERGON KALESİ: Macaristan’a renk katan yapıtlardan biri de Estergon Kalesi’dir Osmanlı Devleti’nin, 1543-1595 ve 1605-1683 yılları arasında toplam 130 yıl hüküm sürdüğü, bir dönem Macar Krallığı’nın idari ve dini merkezi olan Estergon Kalesi, tüm ihtişamıyla ayakta durmaya devam ediyor. Macarlar için ilk başkent ve kutsal bir dini merkez, Türkler için ise türkülere ve marşlara konu olan önemli bir kale olan Estergon Kalesi, Başkent Budapeşte’den yaklaşık 60 kilometre uzaklıkta, Tuna Nehri kıyısında yer alıyor.
Macaristan’ı anlatan pek çok meslektaşımız olmuştur. Bu meslektaşların araştırmalarına baktığımız zaman, şaşkınlıktan dilimizi yutacak gibi oluruz..
İşte bazı örnekler:
Macaristan, 1526‐1699 arası 173 sene Osmanlı hâkimiyetinde yaşadı. Daha sonra Almanların eline geçti. 1918’de müstakil oldu. 1945’te Kızıl Ordu işgaline uğradı. Hürriyetine düşkün Macarlar 1956’da ayaklandı ise de, Macar İhtilâli kanlı bir şekilde bastırıldı. Başbakan dâhil binlerce kişi öldürüldü. Macarlar, Mohaç’ta bile bu kadar kayıp vermemişti. Ruslar, Macaristan’da ancak 35 sene kalabildi. Avrupa’da hiçbir yerde Macaristan kadar Türklere sempati ile bakılan bir yer yoktur. Osmanlı eserleri de hiçbir yerde burası kadar bakımlı değildir…
TONY CURTİS VE RESTORE ETTİRDİĞİ HAVRA
Avrupa’nın en büyük havrası Budapeşte’dedir. Bir Macar Yahudisi olan Amerikalı aktör Tony Curtis tarafından yenilenmiştir. Budapeşte, vaktiyle Yahudilerin en çok yaşadığı şehirlerdendi. Soykırıma dair havrada müze ve Tuna kenarında âbide vardır.
Macar millî yemeği gulaş (kul‐aşı) da yeniçerilerden yadigârdır.
Avrupa’da hiçbir yerde Macaristan kadar Türklere sempati ile bakılan bir yer yoktur
Budin Kalesi’ndeki Ulucâmi’nin yerinde şimdi Mathias Katedrali var. Budin Paşası’nın konağının yerinde kraliyet sarayı yükseliyor. Şimdi müze ve sanat galerisi. Budin’i Almanlara karşı müdafaa ederken şehid düşen son Osmanlı vâlisi Abdurrahman Abdi Paşa’nın kabrini Macarlar yaptırmış; başına da Türkçe bir kitâbe koyarak “Kahraman düşmandı. Rahat uyusun” yazmıştır. Kaledeki reisicumhur sarayı ise gayet mütevazı.
Osmanlı Dönemi
Kanuni Sultan Süleyman tarafından ilk olarak 1526’da fethedilen Budin ve Peşte, bir buçuk asırlık bir Türk hakimiyetinden sonra 1686’da elden çıkmıştı. Türk idaresi sırasında, Karadeniz üzerinden Tuna yoluyla İstanbul’dan nispeten kolay ulaşılan bir beylerbeyilik merkezi olduğundan kolayca Türkleşmişti. Ticaret yollarının birleştiği bir yerde bulunan Budin ve Peşte, bir taraftan zengin bir ticaret şehri görünümü alırken, burada kurulan çeşitli vakıflar bu Orta Avrupa şehrine bir Osmanlı yerleşim merkezi manzarası vermişti. 1662
yılında burayı ziyaret eden Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde Budin ve Peşte’nin etraflı bir tasviri bulunmaktadır.
Hallart’ın 1686’da Budin’i gösteren bir gravürü. Macaristan’daki Türk Anıtlar ve cami.
Evliya Çelebi, Buda’da 25 cami, 47 mescit, 12 medrese, 16 mektep, 2 hamam, 8 kaplıca, 9 han, 1 saat kulesi ve 1 bedesten bulunduğunu bildirmektedir. Bunların çoğu bugün ayakta değildir.Sokullu Mustafa Paşanın yaptırdığı Mustafa Paşa Camii ve Türbesinin Mîmar Sinan’ın eseri olduğu bilinmektedir.
19. Yüzyıl
19. yüzyılda Macaristan’ın bağımsızlık mücadelesi ve modernleşmesi dönemin karakterini oluşturmuştur. 1848’de Habsburglara karşı başkentte ayaklanma başlamış ve bir yıl sonra bastırılmıştır. Budapeşte 1867 Avusturya-Macaristan Antlaşması ile doğan Avusturya- Macaristan İmparatorluğu’nun iki başkentinden birisi oldu. Bu uzlaşma Budapeşte’nin 1. Dünya Savaşı’na kadar sürecek olan ikinci büyük kalkınma dönemini başlattı. Budin ve Peşte’yi birbirine bağlayan ilk kalıcı köprü olan Zincirli Köprü de 1849’da açıldı. Peşte ülkenin idari, siyasi, ekonomik, ticari ve kültürel merkezi haline gelmeye başladı. Şehrin gelişmesine bağlı olarak Macaristan’ın kırsal kesimlerinden artan göç Macarların şehirde çoğunluğa sahip olan etnik grup olmasını sağladı. 1851’de Macarlar Budapeşte nüfusunun %35.6’sını oluştururken bu oran 1910 itibariyle %85.9’a çıkmıştır. Buna bağlı olarak Budapeşte’de en çok kullanılan dil artık Almanca değil Macarca oldu. Diğer yandan 1900’de şehrin nüfusunun %23.6’sı Yahudiydi. Budapeşte’deki büyük Yahudi topluluğundan dolayı 20. yüzyılın başında Budapeşte sıkça “Yahudilerin Mekkesi” ya da “Yudapeşte” şeklinde anılır olmuştu.
20. Yüzyıl
1. Dünya Savaşı’nın sonunda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu yıkıldı ve Macaristan Cumhuriyeti ilan edildi. 1920’de imzalanan Triyanon Antlaşması ise ülkenin bölünmesine ve Macaristan’ın nüfusunun ve topraklarının üçte ikisini kaybetmesine yol açmıştır. 1949 yılında, Macaristan Komünist Halk Cumhuriyeti ilan edildi. Yeni komunist devlet Budin Kalesi’ni eski rejimin sembolü olarak görmüş ve 1950’lerde kale ciddi şekilde tahrip edilmiştir. 23 Ekim 1956’da Budapeşte’de demokratik değişiklikler talep eden barışçıl gösteriler başladı. Göstericiler Budapeşte radyo istasyonuna giderek taleplerinin yayınlanmasını istediler. Yönetimse göstericilerin vurulması emrini verdi. Macar askerlerse silahlarını göstericilere vererek binanın ele geçirilmesini sağladılar. Böylece Macar Devrimi başlamış oldu. Göstericiler Imre Nagy’nin başbakan olmasını talep ettiler ve aynı günün akşamında Macaristan İşçi Partisi Merkez Komitesi bu talebi kabul etti. Kalkışmanın en önemli karakteristiği ise Sovyet karşıtı olmasıdır. Nagy başbakan olduktan sonra Varşova Paktı’ndan ayrılacaklarını ve tarafsız olacaklarını ilan ettikten sonra Sovyet tankları isyanı bastırmak için Budapeşte’ye girdi. Çatışmalar 3000’den fazla ölü bırakarak, Kasım ayının başına kadar devam etti. 2006’da devrimin 50. yılına istinaden Şehir Parkı’na yapılan anıt açıldı.
Macaristan’ın ilk anayasasını Kütahya’dayken kaleme alan Kossuth Lajos, Macar Halk Kurtuluş Kahramanı Rakoczy Frençh, Macar Milli Kahramanı Tökeli İmre ve Araştırmacı Müzisyen Bela Bardok hakkında ülkemizde müzeler kurulmuş ve onların aziz hatıraları Anadolu’nun değerleri olarak milletimiz tarafından saygıyla korunmaktadır.
Cem Sultan’ın hazin hikayesi
Fransa’da 5 yıl barındığı şatoyu bulduk.
Fatih Sultan Mehmet Bayezid Cem Sultan
Fransa’da Osmanlı-Türk izlerini takip ederken güneye doğru gittik. Cem Sultan’ın buralarda bir yerde, gözetim altında yaşadığını biliyorduk. İşte o yeri aramaya başladık. Sonunda kendimizi Bourganeuf kasabasında bulduk. Cem Sultan’ın tam 5 yıl gözetim altında yaşadığı Zizim Şatosu’nu bulduk.
Fatih Sultan Mehmet’in oğullarından Beyazid, kardeşi Cem Sultan’ı en büyük tehdit olarak algılamıştı. Bu nedenle de Cem Sultan hep sürgünde yaşadı. Cem Sultan, önce Rodos’ta yarı esir ve yarı şaşaalı bir yaşam sürdürdü. Zira Rodos Şövalyeleri Cem Sultan’ın tutulması ve bakımı için Beyazıt’tan çok büyük meblağlar alıyorlardı. Ama Cem Sultan, annesinin kardeşi olan, yani dayısı olan Macaristan Kralı’nın yanına gitmek istiyordu. Orada hazırlanıp kardeşinin üzerine hücum etmeyi planlıyordu. Bayezid ise, Cem Sultan’ın Rodos’ta kalmasını istiyordu. Zira bir gün Rodos’u işgal edip Cem Sultan’ı da ele geçirmeyi planlıyordu.
Rodoslular, bu varsayımdan çok korkmuşlar ve Cem Sultan’ı Roma’daki Papa’ya, Papa da daha sonra Fransız Kralı’na satmışlardı. Şimdi para kazanma sırası Fransızlardaydı. Cem Sultan pek çok yerde barındırıldı. Ama en çok barındırıldığı yer, Bourganeuf’teki şato oldu. Fransa Kralı, Cem Sultan için muhteşem bir şato inşa ettirmişti. Bu şatoya da Zizim adı verilmişti.
CEM SULTAN’IN TUTUKLU KALDIĞI ZİZİM ŞATOSU : Fatih Sultan Mehmet’in oğulları Bayezid ile Cem Sultan arasındaki husumet sonunda Cem Sultan Zizim adlı bu şatoda tam 5 yıl tutuklu kaldı. İlhan Karaçay Zizim Şatosu’nu buldu ve hüzün verici hikayeyi bilenlerden dinledi.
İşte biz o şatoyu bulduk. Cem Sultan’ın hazin hikayesini ve öldürülüşünü araştırmacılar kanalıyla dile getirdik. Tam 30 yıldır Zizim Şatosu’nun karşısında ikamet eden Kadir Akar, işçilik yaptığı Borganeuf kasabasında yıllarca arşivleri karıştırmış. Kadir Akar, Zizim Şatosu’nun gölgesinde bize tarihi şöyle açıkladı:
Cem Sultan (1459 – 1495), Fatih Sultan Mehmet’in en küçük oğludur, 23 Ocak 1459 tarihinde Edirne Sarayı’nda dünyaya geldi. Doğum haberi Fatih’e, Yunanistan seferine giderken ulaştı. Cem, dört yaşına geldiğinde çeşitli hocalardan dersler almaya başladı. Bu eğitim on yaşına kadar sarayda devam etti. Rumca dâhil pek çok dili mükemmel öğrendi. Önce Kastamonu Sancakbeyliği’ne daha sonra da Konya Valiliği’ne tayin edildi. Dönemin ilim ve kültür merkezi olan Konya’da üç yıl kaldı.
3 Mayıs 1481’de Fatih Sultan Mehmet’in ölümü üzerine, Amasya’da bulunan Şehzade Bayezid ve Konya’da bulunan 22 yaşındaki Cem Sultan’a haberciler gönderildi. Veziriazam Nişancı Karamanî Mehmet Paşa, Sultan’ın vefatını bir süreliğine gizlemeye çalışmışsa da bunu başaramamıştı. Duruma kızan Yeniçeriler ayaklanıp sadrazam Karamanlı Mehmed Paşa’yı öldürdüler ve Şehzade Bayezid’in, İstanbul’da bulunan oğlu Korkut’u saltanat naibi ilan ederek onu tahta çıkardılar.Ancak Cem Sultan’a gönderilen haberci, yolda Şehzade Bayezid’in kayınbabası ve Anadolu Beylerbeyi olan Sinan Paşa tarafından yakalandı ve öldürulmesi neticesinde Cem Sultan haberi aldığında iş işten geçmiş, en büyük destekçisi sadrazam Karamanlı Mehmed Paşa da yeniçerilerin isyanıyla öldürülmüştü.. Cem Sultan, babasının vefatını dört gün sonra öğrenebildi. Şehzade Bayezid, İstanbul’a varır varmaz devlet idaresini eline aldı.
CEM SULTAN HİKAYESİNİ DİNLEYENLERİ AĞLATAN KADİR AKAR : Cem Sultan’ın Zizim Şatosu’nda 5 yıl tutuklu kalışının hazin öyküsünü en iyi bilenlerden biri olan Kadir Akar, bu şatonun hemen altında yıllardır yaşıyor. Kadir Akar yıllarca çalışmış olduğu dersini İlhan karaçay’a uzun uzun anlattı.
Bütün bunlardan sonra Cem Sultan, babasının meşhur Kanunnâme’sine koydurttuğu “Her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola karındaşlarını nizâm-ı âlem için katletmek münasiptir. Ekser ulemâ dahi bunu tecviz etmişlerdir…” hükmü gereği öldürüleceğinden emin olduğundan, Konya civarında topladığı bir miktar askerle Bursa’ya doğru ilerledi. Cem Sultan 4000 kadar askeriyle birlikte 27 Mayıs 1481’de İnegöl önlerine geldi. Sultan İkinci Bayezid, Ayas Paşa idaresindeki bir orduyu Cem Sultan’ın üzerine gönderdi. 28 Mayıs’ta yapılan savaşı kazanan Cem Sultan Bursa’da padişahlığını ilan etti. Kendi adına hutbe okutarak para bastırdı ve çeşitli fermanlar yayımladı. Cem Sultan’ın bu saltanatı ancak yirmi gün sürmüştür.
Sultan II. Bayezid’e gönderdiği arabulucularla, kendisinin Anadolu’da, Sultan Bayezid’in de Rumeli’de padişah olmasını ve Osmanlı topraklarını eşit olarak paylaşmalarını, kan dökülmemesini talep eden Cem Sultan’a, Bayezid “Hükümdarlar arasında akrabalık yoktur.” şeklindeki Arap atasözüyle karşılık vermişti.
Bundan sonra taraflar daha üstün ve avantajlı duruma sahip olabilmek için gayret göstermişler. Sultan II. Bayezid, ordusuyla birlikte Cem Sultan’ın üzerine yürüdü. Yenişehir Ovası’nda 20 Haziran 1481 tarihinde yapılan savaşı kaybeden Cem Sultan, Konya’ya geldi. Ancak Gedik Ahmet Paşa komutasındaki kuvvetlerin takibi sürünce, Cem Sultan yanına ailesini de alarak ve Osmanlı topraklarını terk ederek, Adana, Halep, Kahire’ye, ve oradan da Hac mevsiminde Hicaz’a gitti
Cem Sultan, hacca giden tek ‘Osmanoğlu’dur. Başka hiçbir padişah veya şehzade hacca gitmemiştir. Orada yazdığı şiirlerinde saltanat kavgasından tamamen vazgeçtiği, hac farizasını yerine getirmenin verdiği iç huzuru, taç ve tahta için değişmek istemediğini belirtti. Hac’dan sonra tekrar Kahire’ye gelen Cem Sultan, çeşitli telkin ve tahriklerle yeniden talihini denemek istedi. 27 Mayıs 1482’de Konya’yı kuşatan Cem Sultan, Sultan İkinci Bayezid’in yaklaşması üzerine kuşatmayı kaldırarak Ankara’ya gitti. Oradan da tekrar Mısır’a gidecekti, ancak yollar tutulmuştu. 2. Bayezid bu defa Cem Sultan’a bütün masraflarının karşılanması şartıyla Kudüs’te ikamet etmesini teklif etti; ancak bu teklif reddedildi. Başta Karamanoğlu Kasım Bey olmak üzere etrafındaki bazı kimseler saltanat mücadelesine Rumeli’de devam etmesi tavsiyesinde bulundular. Rumeli’ye geçmek için de Rodos şövalyelerinin gemileri kullanılacaktı.Cem Sultan, ağabeyi Sultan II. Bayezid’den bir mektup aldı. Bu mektupta, padişahlıktan vazgeçtiği takdirde kendisine bir milyon akçe ödeneceği belirtiliyordu.
Bu sırada Rodos şövalyelerinden Pierre d’Aubusson onu Rodos’a davet etti. Rodos’a gelindiğinde (30 Temmuz 1482) Saint Jean şövalyelerinin reisi d’Aubusson ile varılan anlaşmaya göre, şövalyeler Cem Sultan’a yardım edecekler, karşılığında Rodos’tan alınan adalar geri verilecek, daimî bir sulh olacak ve masraflarına karşılık 150 bin altın alacaklardı. d’Aubusson bu anlaşmayı yaparken Avrupa kralları ve Papa’ya da mektuplar göndererek Cem’in Rodos’da olduğunu, durumdan istifade ile bir haçlı ordusu meydana getirilmesini ve Türklerin Avrupa’dan çıkarılmasını teklif etmekteydi. Bu kıymetli rehinenin muhafaza edilmesi için de Fransa’nın uygun olduğunu müzakere etmekteydiler. Sultan Bayezid ise şövalyelere her yıl 45 bin düka altını vermek üzere bir anlaşma yaptı. Cem Sultan’ın Fransa’ya gönderilme kararı alınmasına rağmen hâlâ o, Rumeli’ye geçme plânları yapmaktaydı. Rodos’tan Sicilya’ya oradan Nis Limanı’na gelindi ve bir süre kalındı. Cem Sultan’ın Fransa’dan başka bir ülkenin eline geçmesini, Osmanlı Devleti açısından sakıncalı gören Sultan II. Bayezid, Fransa’ya bir elçi gönderek Cem Sultan’ın Fransa’da tutulmasını istedi.
Dük ile dostluğu şövalyeleri rahatsız ettiğinden, önce Lyon daha sonra da Pouêt adlı kaleye getirildi. Burada Sultan Bayezid’in elçisi Cem Sultan’la görüşmek istedi ise de, bu mümkün olmadı. Yeniden yapılan bir anlaşma ile Cem Sultan’ın Papaya [[VIII. Innocentius] teslim edilmesine karar verilince, şehzade yeniden yollara düştü. Böylelikle Cem Sultan’ın Fransa macerası 6,5 yıl sürmüş oldu.
Marsilya yolu ile Tolon’a oradan da 14 Mart 1489 günü Roma’ya gelerek Papa ile görüştü. Cem Sultan’ı kullanmak isteyenlerden birisi de Papa VIII. Innocentius idi. Papa, Cem Sultan’ı bahane ederek Osmanlılar’a karşı bir haçlı seferi düzenlenmesini istiyordu. Ancak bunda başarılı olamayınca, Cem Sultan’a Hıristiyan olma teklifinde bulundu. Ancak Cem Sultan bunu kesinlikle reddetti.Cem Sultan’ın tek arzusu Mısır’da bıraktığı annesi ve çocuklarına kavuşmaktı. Ancak Papa’nın başka plânları vardı. Çeşitli tekliflerde bulundular. Cem Sultan bunları “Din-i mübin-i İslâma ihanet edemeyeceği ve dinini cihan saltanatına değişmeyeceği” cevabıyla geri çevirdi.
Roma’da 5 yıl 11 aydan fazla kalındı. Başta Macaristan Kralı olmak üzere Memlûklu Sultanı ve diğerlerinin Cem Sultan’la ilgili talepleri Papa’yı çok zor durumda bıraktı. Bu sırada hem Cem Sultan’a hem de Papa’ya suikast teşebbüsleri olmaktaydı.
Fransa Kralı 8. Charles’in ısrarlı talepleri üzerine, Cem’in ona teslim edilmesi şartıyla Napoli’ye doğru yola çıkıldı. Ancak yolda fenalaştı. Muhtemelen teslimden önce Papa tarafından zehirlenmişti. Uygulanan bütün tedavi yöntemleri netice vermeyince şehzade, “Ailesinin Mısır’dan İstanbul’a getirilip gözetilmesi, kendisine hizmet edenlerin memnun edilmesi ve ölüsünün mutlaka Osmanlı ülkesine getirilmesi” şeklindeki vasiyetini yazdırdı. Sultan Cem`in Roma halkının fakirlerine para vermesi henüz insan sevgisinin tam oturmadığı Avrupa`da, Cem Sultan’ın bu hareketi taraftar toplama olarak karşılandı.
Sant’Angelo Şatosu (Castel Sant’Angelo)
Avrupa Hıristiyanlığının elinde siyasal bir koz olarak kullanılmak istenen Cem Sultan’ın, yaşadığı esir hayatının son dönemlerinde bir süre, Tiber nehrinin kıyısındaki Castel Sant’Angelo’da konakladığı bilinmektedir.
Cem Sultan Roma’ya getirildikten sonra bu kez Napoli’ye gönderildi. Bu kez, Cem Sultan’ın Napoli’de kaldığı yeri bulduk.
Cem Sultan burada, etkisini geç gösteren bir madde ile zehirlenmişti. Zehirli maddeyi aldıktan 3 gün sonra burada atına binerken düşen Cem Sultan hayata veda etmişti.
Böylece de Cem Sultan’ın çok hazin yaşam öyküsü burada sona ermişti.
Cem Sultan ve kardeşi Mustafa’nın Bursa’daki Türbeleri
Cem Sultan vakası Osmanlı tarihinde Yıldırım Bayezid’in Timur’un elinde esir düşüp, demir kafese hapsedilmesinden sonra ikinci büyük hadisedir. Rumeli’den tekrar Osmanlı topraklarına gelmek isteyen Cem Sultan, 14 yıl esir hayatı yaşadı. En son Papa’nın elinden Fransız Kralı tarafından kurtarılmış, ancak büyük bir ihtimalle zehirlendiği için bir hafta içinde yolda vefat etmiştir.
Cem Sultan’ın bakım masrafları için Papa, Sultan İkinci Bayezid’den yılda 40.000 altından fazla para kopartmayı başarmış, Cem Sultan’ı serbest bırakma tehditleriyle de Osmanlı fetihlerini durdurmuştu. Bu olay ileride Şehzade katli için de önemli bir mesnet teşkil etmiştir.
Cem Sultan, 25 Şubat 1495’de vefat etti. Ağabeyi Sultan II. Bayezid bu olaya çok üzüldü ve ölüm haberi duyulunca bütün Osmanlı ülkesinde gıyâbi cenaze namazları kılındı, üç gün matem tutuldu. Öldüğünde 36 yaşında olan şehzadenin ölüsünden de istifade etmek isteyen Avrupalılar cenazesini teslim etmeyip bundan da paralar kazanmanın yolunu buldular. 2. Bayezid’in şiddetli tehdidiyle Napoli Kralı nihayet cenazeyi vermeyi kabul etti. Ölümünün üzerinden dört yıl geçmişti. Şehzade Cem’in naaşı Bursa’da büyükbabası Sultan Murad’ın yaptırdığı caminin bahçesine kardeşi Mustafa’nın yanına gömülmüştür. Böylelikle Cem Sultan’ın Mısır’dan başlayan macerası 14 yıl sürmüş ve hüzünlü bir şekilde neticelenmiştir.
Vefatından 4 yıl sonra 1499 yılının Ocak ayında Cem Sultan’ın cenazesi Osmanlı topraklarına getirilerek Bursa’da kardeşi Şehzade Mustafa’nın yanına gömüldü.
Atilla’nın Fransa’daki Otağını ve Macaristan’daki Kurultay Şenliği’ni izlemek için alttaki fotoğrafa tıklayınız.
Macaristan’daki Şehitlik ve Gül Baba’yı izlemek için aşağıdaki fotoğrafa tıklayınız.
TÜHA HABER / CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Filistin’in bağımsızlığını her ortamda istediklerini belirterek, “Filistin halkının bağımsızlık mücadelesi bizim mücadelemizdir” dedi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma,Gençlik ve Spor Bayramı dolayısıyla Türkiye, Orta Asya, Orta Doğu, KKTC, Trakya ve Balkanlar’da yaşayan 200 gençle video konferans toplantısında bir araya geldi....
Tarım ve Orman Bakanlığı, gıdada taklit ve tağşiş konusunda yepyeni bir dönemi başlattı. Bundan böyle, hileli gıda listeleri anlık olarak Bakanlığa ait platformdan paylaşılıyor. TÜHA / TÜRKUAZ İnternational News Agency Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, gıdada taklit ve tağşiş konusundaki yepyeni bir dönemi TÜHA Haber‘e değerlendirerek, bundan böyle, hileli...
TÜHA HABER / Dünyadaki 659 bini aşkın Covid-19 vakasından 139 binden fazlası iyileşti Çin’in Hubey eyaletine bağlı Vuhan kentinde ortaya çıkan ve birçok ülkeye yayılan yeni tip koronavirüse yakalanan 659 bini aşkın kişiden 139 binden fazlası sağlığına kavuştu. Salgına yakalanan 30 bin 475 kişi ise hayatını kaybetti. Koronavirüs salgını Avrupa’da...
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, ABD’li mevkidaşı Antony Blinken ile telefonda görüştü. TÜHA / TÜRKUAZ İnternational News Agency Diplomatik kaynaklardan edinilen bilgilere göre, karşı tarafın talebi üzerine bu akşam yapılan görüşmede, ABD-Türkiye arasındaki ikili ilişkilerin yanı sıra bölgesel ve küresel meseleler ele alındı. İlişkilerde müttefiklik ruhuna uygun davranmanın öneminin vurgulandığı görüşmede,...
* Katil Stalin’in Kırım Türkü’ne yönelik sürgün ve katliamın üzerinden 81 yıl geçti.. * 18 Mayıs 1944’te bir gecede evlerinden koparılan Kırım Tatarları, insanlık dışı koşullarda sürgüne gönderildi. 250 bin kişilik halkın yarısı yolda hayatını kaybetti. 81 yıl sonra bile bu acı unutulmadı. * Detayı haberimizde!… TÜHA/ TÜRKUAZ İnternational News...
Türkiye’de toplam mobil trafik miktarı bu yılın ikinci çeyreğinde bir önceki çeyreğe göre yüzde 5,4 artarak 80,1 milyar dakikaya çıktı. Uluslararası Haber Ajansı (UHA ‘nın ‘TRT Haber, AA’ kaynaklı haberine göre, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) verilerinden yaptığı derlemeye göre, Türkiye elektronik haberleşme sektöründe mobil arama trafik miktarı artarken sabit arama trafik miktarı düşüyor....